Antikomünizm

bilgipedi.com.tr sitesinden

Anti-komünizm, komünizme karşı siyasi ve ideolojik muhalefettir. Örgütlü anti-komünizm, Rusya İmparatorluğu'ndaki 1917 Ekim Devrimi'nden sonra gelişmiş ve Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği'nin yoğun bir rekabete girdiği Soğuk Savaş döneminde küresel boyutlara ulaşmıştır. Anti-komünizm, muhafazakarlık, faşizm, liberalizm, milliyetçilik, sosyal demokrasi, liberteryanizm ve Anti-Stalinist sol dahil olmak üzere birçok farklı siyasi pozisyona sahip hareketin bir unsuru olmuştur. Anti-komünizm ayrıca felsefede, çeşitli dini gruplar tarafından ve edebiyatta da ifade edilmiştir. Bazı tanınmış anti-komünizm savunucuları eski komünist olduklarını iddia etmektedir. Anti-komünizm, komünist yönetime direnen hareketler arasında da öne çıkmıştır.

Özellikle komünizm karşıtlığına adanmış ilk örgüt, 1918'de başlayan Rus İç Savaşı'nda yeni kurulan Bolşevik hükümetine karşı savaşan Rus Beyaz hareketiydi. Beyaz hareket, bir hükümet politikası olarak anti-komünizmin ilk örneğini temsil eden birkaç müttefik yabancı hükümet tarafından askeri olarak desteklendi. Yine de Kızıl Ordu Beyaz hareketi yendi ve 1922 yılında Sovyetler Birliği kuruldu. Sovyetler Birliği'nin varlığı süresince anti-komünizm dünya genelinde pek çok farklı siyasi hareket ve hükümetin önemli bir özelliği haline geldi.

Amerika Birleşik Devletleri'nde anti-komünizm 1919-1920 yıllarındaki Birinci Kızıl Korku sırasında ön plana çıkmıştır. 1920'ler ve 1930'lar boyunca Avrupa'da komünizm karşıtlığı muhafazakarlar, faşistler, liberaller ve sosyal demokratlar tarafından desteklendi. Faşist hükümetler 1930'larda komünizmin başlıca muhalifleri olarak öne çıktılar. Almanya'daki liberal ve sosyalist demokratlar komünistlere, Nazi faşistlerine ve rövanşist muhafazakar monarşistlere karşı Demir Cephe'yi kurdular. 1936 yılında, başlangıçta Nazi Almanyası ve Japonya İmparatorluğu arasında anti-komünist bir ittifak olarak Anti-Komintern Paktı kuruldu. Asya'da Japonya İmparatorluğu ve Kuomintang (Çin Milliyetçi Partisi) bu dönemde önde gelen anti-komünist güçlerdi.

İkinci Dünya Savaşı sırasında komünist Sovyetler Birliği, Mihver Devletleri'ne karşı savaşan başlıca Müttefik ülkeler arasındaydı. Dünya Savaşı'nın sona ermesinden kısa bir süre sonra, Marksist-Leninist Sovyetler Birliği ile liberal-kapitalist Amerika Birleşik Devletleri arasındaki rekabet Soğuk Savaş ile sonuçlandı. Bu dönemde Amerika Birleşik Devletleri hükümeti, çevreleme politikasının bir parçası olarak küresel anti-komünizmin desteklenmesinde öncü bir rol oynamıştır. Komünistler ve anti-komünistler arasındaki askeri çatışmalar Çin İç Savaşı, Kore Savaşı, Malaya Acil Durumu, Vietnam Savaşı, Sovyet-Afgan Savaşı ve Condor Operasyonu da dahil olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde meydana gelmiştir. NATO, 1949 yılında anti-komünist bir askeri ittifak olarak kurulmuş ve Soğuk Savaş boyunca devam etmiştir.

1989'daki devrimlerden ve 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra dünyadaki komünist hükümetlerin çoğu devrilmiş ve Soğuk Savaş sona ermiştir. Bununla birlikte, anti-komünizm birçok çağdaş siyasi hareketin önemli bir entelektüel unsuru olmaya devam etmektedir. Örgütlü anti-komünist hareketler Çin Halk Cumhuriyeti ve diğer komünist ülkelere karşı muhalefetlerini sürdürmektedir.

Antikomünist bir sembol
Śląsk Wrocław taraftarlarının Wrocław Şehir Stadyumu'nda açtığı "Kahrolsun Komünizm" yazılı pankart, 2012
Rus İç Savaşı yıllarında Lenin, Troçki ve diğer Sovyet liderlerinin, rahipleri Marx'a kurban verir gibi gösteren Beyaz Ordu propaganda posteri, 1919
Vichy Fransası'nda Milice posteri: "Komünizme Karşı! General Sekreteri Joseph Darnand"

Antikomünizm ya da komünizm karşıtlığı, kapitalist görüşlere karşı olan ve aksinin gerçekleşebileceğini öneren komünizm düşüncesine karşı olarak komünist sistem ve görüşlerin yayılımını engelleme çalışmalarıdır. Bununla birlikte Marksist-Leninist politikaların 20. yüzyılda dünya üzerine söz sahibi olması üzerine, bu politikalara karşı olan görüşleri ifade eden bir terimdir.

Antikomünist politikalar Avrupa'da hâlen zaman zaman devam etmektedir. Örneğin Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi 25 Ocak 2006 tarihindeki kış oturumunda "totaliter komünist rejimleri kınadığını" açıklamıştır. Bununla birlikte Avrupa Parlamentosu 2008 yılında 23 Ağustos gününü "20. yüzyıl Nazi ve komünist suçlar için Avrupa çapında anma günü" yapma önerisinde bulunmuştur.

Anti-komünist hareketler

Sol kanat anti-komünizm

Marx-Engels-Lenin'in kızıl bayrağı üzerinden Üç Ok

Komünist partilerin sosyalist İkinci Enternasyonal'den ayrılarak Marksist-Leninist Üçüncü Enternasyonal'i kurmalarından bu yana sosyal demokratlar komünizmi özgürlük karşıtı doğası nedeniyle eleştirmektedir. Marksist-Leninist devletleri ve partileri sol kanattan eleştirenlere örnek olarak Friedrich Ebert, Boris Souvarine, George Orwell, Bayard Rustin, Irving Howe ve Max Shachtman verilebilir. Amerikan İşçi Federasyonu her zaman güçlü bir şekilde anti-komünist olmuştur. Daha solcu olan Endüstriyel Örgütler Kongresi 1947'de komünistlerini tasfiye etti ve o zamandan bu yana sadık bir şekilde komünizm karşıtı oldu. İngiltere'de İşçi Partisi, 1930'larda Komünistlerin saflarına sızma ve yerel örgütlerin kontrolünü ele geçirme çabalarına şiddetle karşı koymuştur. İşçi Partisi anti-komünist oldu ve İşçi Partili Başbakan Clement Attlee NATO'nun sadık bir destekçisiydi.

Liberaller

Komünist Manifesto'da Karl Marx ve Friedrich Engels komünizme doğru atılabilecek bazı kısa vadeli geçici önlemlerin ana hatlarını çizdiler. "Bu önlemler elbette farklı ülkelerde farklı olacaktır. Bununla birlikte, çoğu gelişmiş ülkede, aşağıdakiler oldukça genel olarak uygulanabilir olacaktır". Ludwig von Mises bunu toprak ve üretimin yeniden dağıtımı için "10 maddelik bir plan" olarak tanımlamış ve yeniden dağıtımın başlangıçtaki ve devam eden biçimlerinin doğrudan zorlama teşkil ettiğini savunmuştur. Ne Marx'ın 10 maddelik planı ne de manifestonun geri kalanı, planı kimin uygulama hakkına sahip olduğuna dair bir şey söylememektedir. Milton Friedman, gönüllü ekonomik faaliyetlerin yokluğunun baskıcı siyasi liderlerin kendilerine zorlayıcı yetkiler vermesini çok kolaylaştırdığını savunmuştur. Friedman'ın görüşü Friedrich Hayek ve John Maynard Keynes tarafından da paylaşılıyordu ve her ikisi de kapitalizmin özgürlüğün hayatta kalması ve gelişmesi için hayati önem taşıdığına inanıyordu.

Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda liberal enternasyonalistler, Almanya ile barış yaparak savaş çabalarına ihanet ettiğini düşündükleri Bolşevik rejimine ve ardından Sovyetler Birliği'nin ilhak edilen kısımlarının kendi kaderlerini tayin hakkını kaybetmesine karşı erken bir muhalefet geliştirdiler. Daha sonra, 1922'den itibaren SSCB'deki Stalinist gösteri duruşmaları ve diğer baskılar hakkındaki bilgiler, İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında liberal bir anti-komünist konsensüse yol açtı ve bu konsensüs İkinci Dünya Savaşı'nda Sovyetler Birliği ile ittifak sırasında geçici olarak ortadan kalktı. Tarihçi Richard Powers, bu dönemdeki anti-komünizmin iki ana biçimini birbirinden ayırmaktadır: liberal anti-komünizm ve karşı-yıkıcı anti-komünizm. Powers'a göre karşı-yıkıcılar, İkinci Dünya Savaşı öncesi sağdaki izolasyonist gelenekten türemiştir. Liberal anti-komünistler, siyasi tartışmanın Komünistleri sadakatsiz ve alakasız göstermek için yeterli olduğuna inanırken, karşı yıkıcı antikomünistler Komünistlerin ifşa edilmesi ve cezalandırılması gerektiğine inanıyordu.

Soğuk Savaş liberalleri işçi sendikalarının büyümesini, Sivil Haklar Hareketini ve Yoksullukla Savaşı desteklerken aynı zamanda yurtdışında Komünist totalitarizm olarak gördükleri şeye karşı çıktılar. Bu nedenle, Sovyet komünizmini ve diğer komünizm türlerini kontrol altına alma çabalarını desteklediler.

Başkan Harry Truman, Sovyet yayılmacılığını durdurmak için Truman Doktrini'ni formüle etti. Truman ayrıca Joseph McCarthy'yi ABD'nin iki partili dış politikasını böldüğü için "Kremlin'in sahip olduğu en büyük varlık" olarak nitelendirdi. Edward Shils ve Daniel Moynihan gibi liberal anti-komünistler McCarthyciliği küçümsüyorlardı. Moynihan'ın ifadesiyle, "McCarthy'ye tepki, Komünizmin Batı değerleri ve güvenliği için oluşturduğu çok gerçek tehdidin tartışılmasını kabalık olarak gören ılımlı bir anti-komünizm biçimini aldı." Gizliliği kaldırılan Venona projesinin Sovyet casus ağlarını ortaya çıkarmasının ardından Moynihan merak etti: "Daha az gizlilik McCarthyciliğe karşı liberal aşırı tepkiyi ve McCarthyciliğin kendisini önleyebilir miydi?"

Savaş sonrası Batı Almanya'yı liberal bir piyasa demokrasisi olarak yöneten Şansölye Konrad Adenauer, Sovyetler Birliği'nin "özgürlüğe yönelik en büyük tehdit" olduğu sinyalini verdi ve bu fikir hem ülke içinde hem de uluslararası alanda büyük bir etki yarattı.

Objektivizm

Ayn Rand'ı takip eden objektivistler güçlü bir şekilde anti-komünisttir. Zenginliğin (ya da başka herhangi bir insani değerin) bireysel zihinlerin yaratımı olduğunu, insan doğasının kişisel güdülerle motive olmayı gerektirdiğini ve bu nedenle yalnızca siyasi ve ekonomik özgürlüğün insan refahıyla tutarlı olduğunu savunurlar. Bunun serbest piyasa ekonomilerinin karşılaştırmalı refahı ile kanıtlandığına inanırlar. Rand, Komünist liderlerin genellikle kamu yararı için çalıştıklarını iddia ettiklerini, ancak birçoğunun ya da hepsinin yozlaşmış ve totaliter olduğunu yazmaktadır.

Eski komünistler

Milovan Djilas, önde gelen bir muhalif ve komünizm eleştirmeni haline gelen eski bir Yugoslav Komünist yetkiliydi. Leszek Kołakowski ünlü bir anti-komünist olan Polonyalı bir komünistti. En çok Marksist düşünceye yönelik eleştirel analizleriyle, özellikle de "bazıları tarafından 20. yüzyılın en önemli siyaset teorisi kitaplarından biri olarak kabul edilen" üç ciltlik Marksizmin Ana Akımları adlı tarihi ile tanınmıştır. The God That Failed (Başarısızlığa Uğrayan Tanrı), 1949 tarihli, yazar ve gazeteci olan bir dizi ünlü eski Komünistin tanıklıklarını içeren altı denemeyi bir araya getiren bir kitaptır. Denemelerin ortak teması yazarların komünizmle ilgili hayal kırıklıkları ve komünizmi terk etmeleridir. Kitabın tanıtım sloganı "Altı ünlü adam komünizm hakkındaki fikirlerini nasıl değiştirdiklerini anlatıyor" şeklindedir. Anatoliy Golitsyn ve Oleg Kalugin'in her ikisi de eski KGB subaylarıydı, sonuncusu bir generaldi. Dmitri Volkogonov, Glasnost'un ardından Sovyet arşivlerine erişim sağlayan ve Leninist ideolojiyi çürüterek Lenin kültünü yıkan eleştirel bir biyografi yazan bir Sovyet generaliydi.

Whittaker Chambers, Amerikan Karşıtı Faaliyetler Komitesi önünde casus arkadaşları aleyhine tanıklık eden eski bir Sovyetler Birliği casusuydu; Bella Dodd da bir başka Amerikalı antikomünistti.

Bir zamanlar Marksist olan diğer anti-komünistler arasında yazarlar Max Eastman, John Dos Passos, James Burnham, Morrie Ryskind, Frank Meyer, Will Herberg, Sidney Hook, The God That Failed kitabına katkıda bulunanlar sayılabilir: Louis Fischer, André Gide, Arthur Koestler, Ignazio Silone, Stephen Spender Tajar Zavalani ve Richard Wright. Bir zamanlar sosyalist, liberal ya da sosyal demokrat olan anti-komünistler arasında John Chamberlain, Friedrich Hayek, Raymond Moley, Norman Podhoretz, David Horowitz ve Irving Kristol sayılabilir.

Karşı-devrimci hareketler

Bolşevikleri düşmüş bir komünist ejderha, Beyaz Dava'yı ise haçlı bir şövalye olarak temsil eden "Birleşik Rusya için" adlı beyaz propaganda afişi
Freikorps, Nazizmin öncüsü olarak görülen ve Komünist Devrimin liderleri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht'in öldürülmesinden sorumlu olan (1918-1919 yılları arasında Almanya'da Komünist Devrime karşı savaşan ve devrimi tasfiye eden) anti-komünist sağcı paramiliter birliklerdi.

Fransız Devrimi'nden bu yana Avrupa'yı ve dünyanın diğer bölgelerini kasıp kavuran devrimci dürtüler dalgası, karşı-devrimci bir tepki olarak da ortaya çıkmıştır. Tarihçi James H. Billington, Fire in the Minds of Men adlı kitabında, on sekizinci yüzyılın sonlarında Fransız Devrimi'nin sönümlenmesinden başlayıp Rus Devrimi ile doruğa ulaşan devrimlerin tarihsel çerçevesini anlatmaktadır. Sürgündeki Rus liberalleri de dahil olmak üzere sürgündeki Beyaz Rus göçmenlerin çoğu 1920'lerde ve 1930'larda aktif olarak anti-komünistti. Birçoğu, Rusya'da Bolşeviklere karşı muhalefette birleşen bir dizi siyasi görüşü temsil eden büyük bir çadır hareketi olarak işlev gören Beyaz hareketlerde aktif rol oynamıştı.

İngiltere'de komünizm karşıtlığı, 1930'larda güçlü üst sınıf bağlantılarıyla İngiliz dış politika elitleri arasında yaygındı. İngiltere'de üst sınıf Cliveden grubu güçlü bir anti-komünistti. Amerika Birleşik Devletleri'nde anti-komünist coşku, Hollywood kara listesinin oluşturulduğu, Amerikan Karşıtı Faaliyetler Komitesi'nin Senatör Joseph McCarthy liderliğinde televizyonda yayınlanan Army-McCarthy duruşmalarını düzenlediği ve John Birch Society'nin kurulduğu 1940'ların sonu ve 1950'lerin başında en yüksek seviyedeydi.

Beyaz hareket

Beyaz hareket, Rus İç Savaşı'nda Kızıllar olarak da bilinen komünist Bolşeviklere karşı savaşan anti-komünist güçlerin gevşek bir konfederasyonuydu. İç savaştan sonra hareket, İkinci Dünya Savaşı'na kadar Sibirya'da hem Rusya sınırları içinde hem de dışında isyancıların askerileştirilmiş birlikleri olarak daha az ölçüde faaliyet göstermeye devam etti.

Rus İç Savaşı sırasında Beyaz hareket, Rusya'da komünist Bolşeviklere karşı muhalefette birleşen bir dizi siyasi görüşü temsil eden büyük çadırlı bir siyasi hareket olarak işlev gördü. Solda cumhuriyetçi liberaller ve Kerenskyci sosyal demokratlardan, sağda monarşistlere ve birleşik çok uluslu Rusya destekçilerine ve aşırı milliyetçi Kara Yüzler'e kadar uzanıyordu.

Beyazların askeri yenilgisinin ardından, hareketin kalıntıları ve devamları, 1989 Devrimlerinde Avrupa komünist devletlerinin çöküşü ve ardından 1990-1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasına kadar daha geniş Beyaz göçmen denizaşırı topluluğu içinde varlığını sürdüren, bazıları sadece dar bir desteğe sahip olan çeşitli örgütlerde kaldı. Anti-komünistlerden oluşan bu sürgündeki topluluk genellikle liberal eğilimli ve muhafazakar eğilimli kesimlere bölündü ve bazıları hala Romanov hanedanının restorasyonunu umuyordu. İç Savaş sırasında boşalan taht için iki iddia sahibi ortaya çıktı: Rusya Grandükü Kirill Vladimirovich ve Rusya Grandükü Nicholas Nikolaevich.

Faşizm

Mussolini ve Faşist paramiliter Kara Gömlekliler'in Ekim 1922'de Roma'ya Yürüyüşü

Faşizmin genellikle Avrupa'daki komünist ve sosyalist ayaklanmalara bir tepki olduğu düşünülür. Benito Mussolini tarafından kurulan ve yönetilen İtalyan Faşizmi, yıllarca süren solcu huzursuzlukların birçok hoşnutsuz muhafazakârın komünist bir devrimin kaçınılmaz olduğu korkusuna kapılmasına yol açmasının ardından iktidara geldi. Nazi Almanyası'nın katliamları ve cinayetleri arasında komünistlere yapılan zulüm ve toplama kamplarına ilk gönderilenler de vardı.

Lapua Hareketi üyeleri 4 Haziran 1930'da Finlandiya'nın Vaasa kentinde düzenlenen Vaasa ayaklanmasında eski bir Kızıl subaya ve komünist gazetenin yayıncısına saldırdı.

Avrupa'da muhafazakar entelektüeller, kapitalistler ve sanayiciler de dahil olmak üzere çok sayıda aşırı sağcı aktivist komünizme şiddetle karşı çıkıyordu. 1930'ların sonları ve 1940'larda, diğer bazı anti-komünist rejimler ve gruplar faşizmi destekledi. Bunlar arasında İspanya'da Falange Española Tradicionalista y de las JONS; Fransa'da Vichy rejimi ve Bolşevizme Karşı Fransız Gönüllüleri Lejyonu (Wehrmacht Piyade Alayı 638); ve Güney Amerika'da Arjantin Antikomünist İttifakı ve Brezilya İntegralizmi gibi hareketler vardı.

Meksika'da 1930'lu yıllarda İtalyan faşizminden etkilenen bazı gruplar, İtalyan Kara Gömleklilerden esinlenerek, Altın Gömlekliler adında faşist bir yapı kurmuşlardır. Altın Gömlekliler, ülkedeki Meksika Komünist Partisi üyeleri ve Kızıl Gömlekliler ile birçok çatışmaya girmişlerdir.

1922 yılında iktidara gelen Benito Mussolini önderliğindeki Ulusal Faşist Parti, ülkedeki katı antikomünist politikaların uygulayıcısı olmuştur. Parti, ateşli anti-komünizm propagandaları ile birlikte milliyetçi politikaları hayata geçirmiş, tüm eski sendikal faaliyetleri kanun dışı ilan ederek faşist politikaları destekler hale getirmiş ve üniversitedeki öğretim görevlileri dahil kurulan tüm kurumsal çalışanların faşist rejimi savunacaklarına dair yemin etmelerini zorunlu hale getirmiştir. Bu dönemde bizzat Mussolini'nin örgütlemiş olduğu Kara Gömlekliler, komünist gruplarla çatışmakta ve kendilerine karşı gelenleri sindirmiştir. Zira Mussolini'nin bu yeni politikaları eleştiren İtalyan Sosyalist Partisi lideri Giacomo Matteotti, parlamentodaki konuşmasından birkaç gün sonra faşist Kara Gömlekliler tarafından kaçırılıp öldürülmüştür.

Mussolini, iktidara geldikten sonra kitap ve gazetelere derhal sansür getirmiş, eğitim sistemini faşist ilkelere göre dizayn edilmesini sağlamış ve seçim sisteminde yapılan düzenlemeler ile Faşist Parti dışındaki diğer partilerin kapanmasını sağlamıştır.

Nazizm

Tarihçiler Ian Kershaw ve Joachim Fest, 1920'lerin başında Nazilerin, Almanya'nın anti-komünist hareketinin liderliği için mücadele eden birçok milliyetçi ve faşist siyasi partiden yalnızca biri olduğunu savunmaktadır. Naziler ancak Büyük Buhran sırasında, Alman Komünist oluşumlarına karşı sokak savaşları düzenlediklerinde hakimiyet kurdular. Adolf Hitler 1933'te iktidara geldiğinde, propaganda şefi Joseph Goebbels "Anti-Komintern "i kurdu. Bolşevizm'i ve Sovyetler Birliği'ni dünya çapında bir izleyici kitlesi önünde şeytanlaştırmak amacıyla büyük miktarda anti-Bolşevik propaganda yayınladı.

Dinler

Budistler

Thích Huyền Quang, Vietnam'ın önde gelen Budist rahiplerinden ve komünizm karşıtı muhaliflerinden biriydi. Quang 1977 yılında Başbakan Phạm Văn Đồng'a Marksist-Leninist rejimin baskılarını ayrıntılarıyla anlatan bir mektup yazdı. Bunun için o ve diğer beş kıdemli rahip tutuklandı ve gözaltına alındı. Quang 1982 yılında, devlet kontrolündeki Vietnam Budist Kilisesi'nin kurulmasını alenen kınadıktan sonra hükümet politikasına muhalefetten tutuklandı ve ardından da sürekli ev hapsine alındı. Thích Quảng Độ Vietnamlı bir Budist rahip ve anti-komünist bir muhalifti. Ocak 2008'de Avrupa merkezli A Different View dergisi Thích Quảng Độ'yu Dünya Demokrasisinin 15 Şampiyonundan biri olarak seçti.

Hıristiyanlık

1953'te Batı Almanya'da anti-komünist propaganda: "Marksizmin tüm yolları Moskova'ya çıkar! Bu nedenle CDU"

Katolik Kilisesi'nin uzun bir komünizm karşıtlığı geçmişi vardır. Katolik Kilisesi'nin en son İlmihalinde şöyle denmektedir: "Katolik Kilisesi modern zamanlarda 'komünizm' ile ilişkilendirilen totaliter ve ateist ideolojileri reddetmiştir. ... Ekonominin yalnızca merkezi planlama ile düzenlenmesi toplumsal bağların temelini saptırır ... [Yine de, adil bir değerler hiyerarşisi ve kamu yararını gözeten bir bakış açısıyla pazarın ve ekonomik girişimlerin makul bir şekilde düzenlenmesi övgüye değerdir."

Papa John Paul II de, "komünizm ve sosyalizmi" en ölümcül hata olarak nitelendirdiği Quanta cura başlıklı bir Papalık genelgesi yayınlayan Papa Pius IX gibi komünizmin sert bir eleştirmeniydi. Papaların komünizm karşıtı tutumları İtalya'da Alcide De Gasperi tarafından 1943'te kurulan ve 1993'te feshedilip İtalyan Komünist Partisi'nin (PCI) iktidara gelmesini engelleyene kadar neredeyse elli yıl boyunca İtalyan siyasetine hakim olan merkezci parti Hıristiyan Demokrasi (DC) tarafından sürdürülmüştür.

1945'ten itibaren Avustralya İşçi Partisi (ALP) liderliği, Katoliklerin önemli bir geleneksel destek tabanı olduğu Avustralya sendikalarının komünistlerce yıkıldığı iddiasına karşı çıkmak için B. A. Santamaria liderliğindeki anti-komünist Roma Katolik hareketinin yardımını kabul etti. Eyalet Parlamentosu İşçi Partisi Başkan Yardımcısı Bert Cremean ve Santamaria, ALP'nin siyasi ve endüstriyel liderleriyle bir araya gelerek, Avustralya sendikacılığının Komünistlerce yıkıldığını iddia ettikleri şeye karşı muhalefetlerine yardımcı olan hareketleri tartıştılar. Komünistlerin sendikalara sızmasına karşı çıkmak için Sanayi Grupları oluşturuldu. Bu gruplar 1945'ten 1954'e kadar ALP liderliğinin bilgisi ve desteği dahilinde, İşçi Partisi'nin 1954 seçimlerini kaybetmesinin ardından federal lider H. V. Evatt'ın Petrov olayına verdiği yanıt bağlamında yenilgiden "Grupçuların" "yıkıcı" faaliyetlerini sorumlu tutmasına kadar aktif oldular. Kamuoyunda yaşanan sert tartışmaların ardından birçok Grupçu (Yeni Güney Galler ve Victoria eyalet yöneticilerinin çoğu ve Victoria İşçi Partisi şubelerinin çoğu dahil) ALP'den ihraç edildi ve tarihi Demokratik İşçi Partisi'ni (DLP) kurdu. ALP'yi reforma zorlamak ve iddia edilen Komünist etkiyi ortadan kaldırmak amacıyla, daha sonra "tasfiye edilmiş" ALP'ye yeniden katılmak amacıyla, DLP Avustralya Liberal Partisi'ni (LPA) tercih etti ve yirmi yıldan fazla bir süre iktidarda kalmalarını sağladı. Bu strateji başarısız oldu ve 1970'lerdeki Whitlam Hükümetinin ardından DLP'nin çoğunluğu 1978'de partiyi feshetme kararı aldı, ancak küçük federal ve eyalet tabanlı Demokratik İşçi Partisi Victoria merkezli olarak devam etti ve 2008'de Yeni Güney Galler ve Queensland'de eyalet partileri yeniden kuruldu.

İkinci Dünya Savaşı'nın son dönemlerinde Macaristan'ın Sovyetler tarafından işgal edilmesinin ardından çok sayıda din adamı tutuklanmıştır. Macaristan'daki Katolik Kilisesi'nin başı olan Estergon Başpiskoposu József Mindszenty'nin durumu en bilineniydi. Komünist fikirlere ihanetle suçlandı ve 1949 ile 1956 yılları arasında birkaç yıl boyunca mahkemelere gönderildi ve işkence gördü. Marksizm-Leninizm ve Sovyet kontrolüne karşı 1956 Macar Devrimi sırasında Mindszenty serbest bırakıldı ve hareketin başarısızlığa uğramasının ardından ABD'nin Budapeşte'deki büyükelçiliğine taşınmak zorunda kaldı. 1971'de Vatikan ve Macaristan'ın Marksist-Leninist hükümeti Avusturya'ya gitmesini ayarlayana kadar burada yaşadı. Sonraki yıllarda Mindszenty tüm dünyayı dolaşarak Kanada, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Avusturya, Güney Afrika ve Venezüella'daki Macar kolonilerini ziyaret etti. Leninist rejime karşı son derece eleştirel bir kampanya yürüttü ve onların kendisine ve Macar halkına karşı işlediği zulümleri kınadı. Leninist hükümet onu suçladı ve Vatikan'dan Estergon Başpiskoposluğu unvanının elinden alınmasını ve komünizm aleyhinde kamuya açık konuşmalar yapmasının yasaklanmasını talep etti. Vatikan sonunda siyasi muhaliflerine uygulanan aforoz kararını iptal etti ve unvanlarını elinden aldı. Estergon Başpiskoposluğunun resmen boşaldığını ilan eden Papa, Mindszenty hala hayattayken koltuğu doldurmayı reddetti.

Falun Gong

Falun Gong uygulayıcıları Çin Komünist Partisinin Falun Gong'a karşı yürüttüğü zulme karşı çıktılar. Nisan 1999'da on binden fazla Falun Gong uygulayıcısı Tianjin'deki bir olayın ardından sessiz bir protesto için Komünist Parti merkezinde (Zhongnanhai) toplandı. İki ay sonra Komünist Parti uygulamayı yasakladı, bir güvenlik baskısı başlattı ve ona karşı bir propaganda kampanyası başlattı. 1999 yılından beri Çin'deki Falun Gong uygulayıcılarının işkence, keyfi hapis, dayak, zorla çalıştırma, organ toplama ve psikiyatrik tacizlere maruz kaldıkları bildirildi. Falun Gong kendi medya kampanyası ile karşılık verdi ve aşırı sağcı Epoch Times, Yeni Tang Hanedanlığı Televizyonu ve Komünist Partiyi eleştiren diğer organizasyonları kurarak Komünist Partiye karşı muhalefetin önemli bir sesi olarak ortaya çıktı.

Falun Gong aktivistleri defalarca gözaltındayken işkence gördüklerini iddia ettiler. Çin hükümeti, gözaltında meydana gelen ölümlerin doğal nedenler ve tıbbi tedaviyi kabul etmeme gibi faktörlerden kaynaklandığını belirterek iddiaları reddetti. David Ownby'e göre, "Çin hükümeti Falun Gong gibi hareketleri Çin tarihi boyunca yüzlerce kez bastırdı" ve Çin Komünist hükümetinin "imparatorluk devletinin her zaman yaptığı şeyi yaptığını, liderleri tutukladığını ve her zaman olmasa da genellikle idam ettiğini ve diğerlerini yeniden eğitiyormuş gibi yaparak evlerine geri gönderdiğini ve bundan sonra iyi insanlar olmalarını umduğunu" sözlerine ekledi.

Batı medyasının Falun Gong hakkında edindiği bilgilerin çoğu Falun Gong için bir halkla ilişkiler firması olarak tanımlanan Rachlin medya grubu tarafından dağıtılmaktadır. Viyana Radyo Ağı tarafından 12 Temmuz'da yayınlanan haberlere göre, ünlü bir Alman anatomist olan Gunther von Hagens, yakın zamanda Falun Gong'un canlı organ toplama iddialarını kışkırtan bir insan vücudu sergisi düzenledi. Hagens bir basın toplantısı düzenledi ve sergilenen insan bedenlerinin hiçbirinin Çin'den gelmediğini doğruladı. Hagens tarafından yapılan açıklama Falun Gong'un söylentilerini yalanladı.

Çin hükümet yetkililerine göre, "Falun Gong üyelerinin Çin'de organ toplamak için öldürüldüğü iddiaları ve Kilgour-Matas raporu uzun zaman önce yanlış bulundu ve Çin karşıtı bir avuç insan tarafından Çin'in itibarını zedelemek için uydurulan bir yalandan başka bir şey olmadığı kanıtlandı. Duruşma sırasında yapılan çirkin suçlamalar yedi yıl önce sadece Çinli yetkililer tarafından değil, aynı zamanda Pekin'deki ABD Büyükelçiliği ve Shenyang'daki ABD Başkonsolosluğu görevlileri ve personeli de dahil olmak üzere Çin'de kendi vicdani soruşturmalarını yürüten diğer bazı ülkelerin diplomatları ve gazetecileri tarafından da güçlü bir şekilde çürütülmüştü."

2006 yılında Çin'in organ nakli endüstrisini beslemek için çok sayıda Falun Gong uygulayıcısının öldürüldüğü iddiaları ortaya çıktı. Kilgour-Matas raporu "2000-2005 yılları arasındaki altı yıllık dönemde 41,500 organ naklinin kaynağının açıklanamadığını" tespit etti ve "isteksiz Falun Gong uygulayıcılarından büyük çaplı organ ele geçirmelerinin olduğu ve günümüzde de devam ettiği" sonucuna vardı. Ethan Gutmann, 2000-2008 yılları arasında 65,000 Falun Gong uygulayıcısının organları için öldürüldüğünü tahmin etti.

2009 yılında İspanya ve Arjantin'deki mahkemeler üst düzey Çinli yetkilileri Falun Gong'un bastırılmasındaki rollerinden dolayı soykırım ve insanlığa karşı suç işlemekle suçladılar.

Edebiyat

Herta Müller 2009 yılında

Demokratik bir sosyalist olan George Orwell, her ikisi de Joseph Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği'ne göndermeler içeren Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ve Hayvan Çiftliği gibi en çok okunan ve etkili anti-totaliter romanlardan ikisini yazmıştır.

Yine sol kanattan, eski bir Almanya Komünist Partisi üyesi olan Arthur Koestler, çeşitli eserlerinde devrimin etiğini anti-komünist bir perspektiften incelemiştir. İlk romanlarından oluşan üçlemesi, Koestler'in ütopik amaçların devrimci hükümetler tarafından sıklıkla kullanılan araçları haklı çıkarmadığına dair artan inancına tanıklık ediyordu. Bu romanlar Gladyatörler (Roma İmparatorluğu'nda Spartaküs'ün önderlik ettiği köle ayaklanmasını Rus Devrimi'nin bir alegorisi olarak ele alır), Öğlen Karanlığı (Moskova Duruşmaları'na dayanan bu roman, Koestler'i dönemin en önde gelen anti-komünist entelektüellerinden biri haline getiren çok okunan bir romandı), Yogi ve Komiser ve Varış ve Ayrılış'tır.

Amerikalı eski komünist Whittaker Chambers, House Un-American Activities Committee (HUAC) ile işbirliği yaparak Alger Hiss'i suçlamasıyla ünlendi ve 1952 yılında Witness (Tanık) adlı anti-komünist bir anı kitabı yayınladı. Bu kitap "anti-komünist muhafazakarların başlıca toplanma çığlığı" haline geldi.

Rus yazar Boris Pasternak, anti-komünist romanı Doktor Jivago'nun yasaklandığı Sovyetler Birliği'nden kaçırılıp 1957'de Batı'da yayınlanmasının ardından uluslararası üne kavuştu. Sovyet yetkililerini çok üzecek şekilde Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı.

Aleksandr Soljenitsin Rus romancı, tiyatro yazarı ve tarihçiydi. Yazılarıyla -özellikle de en bilinen iki eseri olan Gulag Takımadaları ve İvan Denisoviç'in Yaşamında Bir Gün- Sovyetler Birliği'nin zorunlu çalışma kampı sistemi olan Gulag'ı dünyaya tanıtmıştır. Soljenitsin bu çabaları nedeniyle 1970 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü ve 1974 yılında Sovyetler Birliği'nden sürgün edildi.

Romanya doğumlu Alman romancı, şair ve deneme yazarı Herta Müller, baskıcı Nikolay Çavuşesku rejimi altında Komünist Romanya'daki zorlu yaşam koşullarını, Banat'taki (ve daha geniş anlamda Transilvanya'daki) Almanların tarihini ve Romanya'daki Stalinist Sovyet işgalci güçleri ve Romanya'nın Sovyet tarafından dayatılan Komünist rejimi tarafından Romanyalı etnik Almanlara yapılan zulmü anlatan eserleriyle tanınmaktadır. Müller 1990'ların başından beri uluslararası alanda tanınan bir yazardır ve eserleri 20'den fazla dile çevrilmiştir. Aralarında 1994 Kleist Ödülü, 1995 Aristeion Ödülü, 1998 Uluslararası Dublin Edebiyat Ödülü, 2009 Franz Werfel İnsan Hakları Ödülü ve 2009 Nobel Edebiyat Ödülü'nün de bulunduğu 20'den fazla ödül almıştır.

Ayn Rand, laissez-faire kapitalizminin coşkulu bir destekçisi olan Rus-Amerikan 20. yüzyıl yazarıydı. Rusya'daki komünizmin etkileri hakkında We the Living'i yazdı.

Richard Wurmbrand, Komünist Romanya'da inancı yüzünden işkence görürken yaşadıklarını yazdı. Komünizmi şeytani bir komplo olarak nitelendirdi ve Karl Marx'ın şeytan tarafından ele geçirildiğini ima etti.

Sansürden kaçış

Samizdat, Sovyet bloğu genelinde önemli bir muhalif faaliyet biçimiydi. Bireyler sansürlenen yayınları elle çoğaltıyor ve belgeleri okuyucudan okuyucuya aktarıyor, böylece 1980'lerin başarılı direnişi için bir temel oluşturuyorlardı. Resmi olarak uygulanan sansürden kaçınmak için tabandan gelen bu uygulama, sansürlü materyalleri bulunduran veya kopyalayan kişilere sert cezalar uygulandığı için tehlikelerle doluydu. Vladimir Bukovsky bunu şu şekilde tanımlamıştır: "Kendim yaratıyorum, düzenliyorum, sansürlüyorum, yayınlıyorum, dağıtıyorum ve bunun için hapse giriyorum."

Soğuk Savaş sırasında Batılı ülkeler, yetkililerin bu tür sinyalleri bozma girişimlerine rağmen, yayıncıların Doğu Bloku'nda duyulmasını sağlayan güçlü vericilere büyük yatırımlar yaptı. 1947 yılında Amerika'nın Sesi (VOA), Amerikan liderlerine ve politikalarına yönelik Sovyet propagandasına karşı koymak amacıyla Rusça yayın yapmaya başladı. Bu yayınlara Radio Free Europe (RFE), RIAS, Deutsche Welle (DW), Radio France International (RFI), British Broadcasting Corporation (BBC), ABS-CBN ve Japan Broadcasting Corporation (NHK) da dahildi. Sovyetler Birliği, 1949 yılında VOA (ve diğer bazı Batılı) yayınlarını agresif bir şekilde elektronik olarak engellemeye çalışarak karşılık verdi. BBC Dünya Servisi de benzer şekilde Demir Perde'nin arkasındaki ülkelere dile özel programlar yayınladı.

Çin Halk Cumhuriyeti'nde insanlar Çin internet sansürünü ve diğer sansür biçimlerini aşmak zorundadır.

Farklı ülke ve bölgelerde anti-komünizm

Rus èmigré anti-Bolşevik posteri, 1932 civarı
Alman işgali altındaki Estonya'da Bolşevik karşıtı Nazi posteri

Avrupa

Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin (AKPM) 25 Ocak 2006 tarihli kış oturumunda alınan 1481/2006 sayılı kararla "totaliter komünist rejimlerin suçları şiddetle kınanmıştır".

Avrupa Parlamentosu 23 Ağustos'un 20. yüzyıl Nazi ve Komünist suçları için Avrupa çapında bir anma günü olmasını önermiştir.

Arnavutluk

Soğuk Savaş'ın ilk yıllarında Midhat Frashëri, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki anti-komünist muhalif güçleri bir araya getirmeye çalıştı. "Özgür Arnavutluk" Ulusal Komitesi 26 Ağustos 1949'da Paris'te resmen kuruldu. Frashëri, diğer Yönetim Kurulu üyeleriyle birlikte komitenin başkanıydı: Nuçi Kotta, Albaz Kupi, Said Kryeziu ve Zef Pali. Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) tarafından desteklendi ve Özgür Avrupa için Ulusal Komite'ye üye olarak yerleştirildi.

Arnavutluk, Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti'nin eski Hoxhaist ve Maoist hükümetleri tarafından temel insan hak ve özgürlüklerinin ihlallerinin kovuşturulmasını hızlandırmak amacıyla Komünist Soykırım Yasasını yürürlüğe koymuştur. Yasa İngilizce'de "Soykırım Yasası" ve "Komünist Soykırım Yasası" olarak da anılmaktadır.

Ermenistan

Şubat 1921'de sol milliyetçi Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaktsutyun), Birinci Ermenistan Cumhuriyeti'nin kurulmasından ve Sovyetleştirilmesinden sadece üç ay sonra Ermenistan'daki Bolşevik yetkililere karşı bir ayaklanma düzenledi. Milliyetçiler geçici olarak iktidarı ele geçirdi. Daha sonra, önde gelen milliyetçi lider Garegin Nzhdeh liderliğindeki anti-komünist isyancılar dağlık Zangezur (Syunik) bölgesine çekildi ve 1921 ortalarına kadar sürecek olan Dağlık Ermenistan Cumhuriyeti'ni kurdu.

Belçika

Dünya Savaşı öncesinden beri Union Civique Belge ve Société d'Etudes Politiques, Economiques et Sociales (SEPES) gibi bazı anti-komünist örgütler vardı. Katolik anti-komünizmi özellikle öne çıkıyordu; din adamları 1930'larda Belina-Podgaetsky'nin ilk romanı L'Ouragan rouge da dahil olmak üzere anti-komünist edebiyat girişimlerini destekledi.

Çekoslovakya

Haziran 1990 seçimleri öncesinde, Nisan ayında Wenceslas Meydanı'nda toplanan göstericiler, Çekoslovak Sosyalist Cumhuriyeti'nin kuruluşundan öncesine ait bir armanın resmedildiği ve KSČ'nin kırmızı yıldızı ile baş harflerinin üzerine gamalı haç çizilmiş bir posterin altında toplanırlar

İki savaş arası Çekoslovakya'da anti-komünist fikirlere sahip faşist hareketler vardı. Moravya'daki Çekoslovak Faşistlerin güçlü destekçileri vardı. Bu destekçilerden biri onlara mali yardımda bulunan Sanayiciler Birliği (Svaz průmyslníků) idi. Sanayiciler Birliği, Çekoslovakya yasama meclisinin Ulusal Demokrat üyesi Frantisek Zavfel'in hareketi desteklediği bir aracı olarak hareket etti. Faşizmin Moravya kanadı, Hetman Ostranic etrafında toplanan Bolşevik karşıtı Rusların da desteğini aldı. Moravya faşistleri, Sovyetler Birliği'ne düşmanlık ve komünizm karşıtlığı gibi Bohemya'daki faşistlerle aynı fikirlerin çoğunu paylaşıyordu. Moravyalılar ayrıca sınıf mücadelesinin bölücü bir fikir olduğunu düşündükleri şeye karşı da kampanya yürüttüler.

Faşizmin komünizme karşı bir engel olduğu görüşü, 1920'ler boyunca Rusya'daki Sovyet hükümetiyle diplomatik ilişkiler kurulmasına karşı propaganda yürütülen Çekoslovakya'da yaygındı. 1922 yılında Çekoslovakya ve Rusya arasında bir ticaret anlaşması imzalanmasının ardından, Ulusal Demokratik Parti'nin aşırı sağcı faşist eğilimli unsurları hükümete karşı muhalefetlerini arttırdı. Ülkenin en önde gelen faşisti Radola Gajda, Ulusal Faşist Kampı kurdu. Ulusal Faşist Kamp komünizmi, Yahudileri ve Almanya'dan gelen Nazi karşıtı mültecileri kınadı. Ocak 1923'te ülkenin Maliye Bakanına yönelik suikast girişiminin ardından güçlü bir anti-komünist kampanya başlatıldı.

Plzeň'deki ayaklanma 1953 yılında Çekoslovak işçiler tarafından gerçekleştirilen anti-komünist bir isyandı. Kadife Devrim ya da Nazik Devrim, Çekoslovakya'da Sovyet destekli Marksist-Leninist hükümetin devrildiği şiddet içermeyen bir devrimdir. Bu devrim 1989 Devrimleri arasında en önemlilerinden biri olarak görülmektedir. 17 Kasım 1989'da çevik kuvvet polisi Prag'da barışçıl bir öğrenci gösterisini bastırdı. Bu olay 19 Kasım'dan Aralık sonuna kadar bir dizi halk gösterisine yol açtı. 20 Kasım'a gelindiğinde Prag'da toplanan barışçıl protestocuların sayısı bir önceki gün 200.000 iken tahminen yarım milyona ulaşmıştı. Tüm Çekoslovakya vatandaşlarını kapsayan iki saatlik bir genel grev 27 Kasım'da yapıldı. Haziran 1990'da Çekoslovakya 1946'dan bu yana ilk demokratik seçimlerini gerçekleştirdi.

Finlandiya

Lauri Törni (1919-1965), Finlandiya doğumlu yeşil bereli yüzbaşı, üç farklı ordunun (Finlandiya Savunma Kuvvetleri, Waffen-SS ve Birleşik Devletler Ordusu) saflarında komünizme karşı savaşmıştır

İskandinav ülkelerindeki anti-komünizm, dünya savaşları arasında Finlandiya'da en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Finlandiya'da milliyetçi anti-komünizm, Soğuk Savaş'tan önce Lapua Hareketi ve Devam Savaşı'ndan sonra yasadışı ilan edilen Yurtsever Halk Hareketi şeklinde varlığını sürdürmüştür. Soğuk Savaş sırasında Anayasal Sağ Parti komünizme karşı çıkmıştır. Anti-komünist Fin Beyaz Muhafızları, Rusya'nın Doğu Karelia eyaletinde sınırın ötesinde Rusya'nın iç savaşında Rus Sovyet Hükümetine karşı silahlı çatışmalara girmiştir. Bu silahlı çatışmalar 1918'de Finlandiya'daki devrimci hükümetin devrilmesinden ve 1920'de Rusya ile imzalanan ve Rusya-Finlandiya sınırlarını belirleyen barış anlaşmasından önce gerçekleşmiştir.

Finlandiya'nın 1917-1918 yılları arasında bağımsızlığını kazanmasının ardından, Finlandiya Beyaz Muhafız güçleri Almanya'dan yardım almak için görüşmelerde bulundu. Almanya 3 Nisan 1918'de Hanko şehrine 10.000'e yakın asker çıkardı. Finlandiya'nın iç savaşı kısa ve kanlı oldu. Komünizm yanlısı güçlerin 5,717'sinin savaşta öldüğü kaydedildi. Komünistler ve destekçileri, tahminen 7.300 kişinin öldürüldüğü komünizm karşıtı Beyaz Terör kampanyasının kurbanı oldular. Çatışmanın sona ermesinin ardından, tahminlere göre 13.000 ila 75.000 komünizm yanlısı mahkum, yetersiz beslenme gibi faktörler nedeniyle esir kamplarında hayatını kaybetti.

Fin anti-komünizmi 1920'ler boyunca devam etti. 1918'deki iç savaş sırasında oluşturulan Beyaz Muhafız milisleri 100.000 kişilik silahlı bir 'sivil muhafız' olarak muhafaza edildi. Finler bu milisleri ordunun daimi bir anti-komünist yardımcısı olarak kullandı. Finlandiya'da anti-komünizm resmi bir karaktere sahipti ve kurumlarda üretkendi. Finlandiya'nın desteğini arttırması ve 1929 seçimlerinde oyların yaklaşık yüzde 14'ünü almasının ardından, sivil muhafızlar ve yerel çiftçiler Lapua'daki bir komünist parti toplantısını şiddetle bastırdı. Burası, tek amacı komünizme karşı mücadele etmek olan doğrudan eylem hareketine adını verdi.

Fransa

Uluslararası anti-komünizm 1920'lerde Fransız-Alman-Sovyet ilişkilerinde önemli bir rol oynadı. Pragmatik realistler ve anti-komünist ideologlar ticaret, güvenlik, seçim politikaları ve sosyalist devrim tehlikesi konularında karşı karşıya geldiler.

François de Boisjolin 1932 yılının sonunda Ligue Internationale Anti-Communiste'i kurdu. Örgüt üyeleri çoğunlukla Güney Batı Fransa'nın şarap bölgesinden geliyordu. 1939 yılında 29 Temmuz 1881 tarihli Basın Özgürlüğü Yasası değiştirildi ve François de Boisjolin ve diğerleri tutuklandı.

Fransız komünistler savaş zamanı direnişinde önemli bir rol oynadılar, ancak kilit lider Charles de Gaulle tarafından güvenilmediler. 1947 yılına gelindiğinde Raymond Aron (1905-83) Fransız entelektüel camiasının çoğuna nüfuz etmiş olan aşırı sola meydan okuyan önde gelen entelektüeldi. Komünizmi benimseyen ve Stalin'i savunan Jean-Paul Sartre da dahil olmak üzere herkese meydan okuyan mücadeleci bir Soğuk Savaşçı haline geldi. Aron Amerikan kapitalizmini övmüş, NATO'yu desteklemiş ve Marksist Leninizmi Batı liberal demokrasisinin değerlerine karşı totaliter bir hareket olarak kınamıştır.

Almanya

Alman anti-komünist propaganda posteri

Nazi Almanya'sında Nazi Partisi (NSDAP) Komünist partileri yasaklamış ve komünistleri hedef almıştır. Reichstag Yangını'ndan sonra Sturmabteilung tarafından ülke çapında komünistlere karşı şiddetli bir baskı uygulanmış ve Almanya Komünist Partisi'nin 4.000 üyesi tutuklanmıştır. Nazi Partisi ayrıca komünistler gibi siyasi muhalifleri için toplama kampları kurdu. Nazi propagandası komünistleri "Kızıl alt-insanlar" olarak nitelendiriyordu.

Nazi Almanyası lideri Adolf Hitler komünizm tehdidine odaklandı. Komünistleri "Almanya'daki bazı sokaklarımızda fırtına gibi esen bir güruh, tüm Asya kıtasını kendisine tabi kılma eylemi içinde olan bir dünya anlayışı" olarak tanımladı. Hitler komünizm hakkında, "durdurulmadığı takdirde 'yavaş yavaş tüm dünyayı paramparça edeceğine... ve Hıristiyanlığın yaptığı gibi tamamen dönüştüreceğine' inanıyordu. Anti-komünizm, kariyeri boyunca Hitler'in propagandasının önemli bir parçası olmuştur. Hitler'in dış ilişkileri Anti-Komintern Paktı etrafında odaklanmış ve Almanya'nın yayılma noktası olarak her zaman Rusya'ya bakmıştır. Sadece antisemitizmi geride bırakan Anti-komünizm, Hitler'in ve Nazi Partisi'nin siyasi yaşamının en sürekli ve kalıcı temasıydı.

Hitler'e göre, "Yahudi Marksizm doktrini doğanın aristokratik ilkesini reddeder ve onun yerine güç ve enerjinin ebedi ayrıcalığını, sayısal kütleyi ve onun ölü ağırlığını koyar. Böylece insan kişiliğinin bireysel değerini inkar eder, ulus ve ırkın birincil öneme sahip olduğu öğretisine karşı çıkar ve bunu yaparak insan varlığının ve insan uygarlığının temellerini ortadan kaldırır." Almanya'da Naziler iktidarı ele geçirdikten kısa bir süre sonra komünistleri baskı altına aldılar. Naziler 1933'ten itibaren komünistlere karşı toplama kamplarında alıkoyma ve işkence de dahil olmak üzere baskılar uyguladı. Dachau'daki ilk Nazi toplama kampındaki ilk mahkumlar komünistlerdi. Komünizm sosyal sınıfa öncelik verirken, Nazizm ulus ve ırkı her şeyin üstünde tutuyordu. Nazi propagandası komünizmi "Yahudi-Bolşevizm" olarak yeniden tanımladı ve Nazi liderleri komünizmi Almanya'ya zarar vermek isteyen bir Yahudi komplosu olarak nitelendirdi. Nazilerin "Yahudi-Bolşevizmini" bir tehdit olarak görmesinde Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne olan yakınlığı etkili olmuştur. Naziler için Yahudiler ve komünistler birbirinin yerine kullanılabilir hale geldi. Hitler'in Eylül 1937'de Nürnberg Mitingi'nde yaptığı konuşma komünizme karşı güçlü saldırılar içeriyordu. Komünizmi, "reddedilemez kanıtlarla ispatlanmış bir gerçek" olarak Moskova'dan gelen bir Yahudi dünya komplosu ile özdeşleştirdi. Yahudilerin Ruslar ve diğer milletler üzerinde zalim bir yönetim kurduklarına ve bu yönetimi Avrupa'nın geri kalanına ve dünyaya yaymaya çalıştıklarına inanıyordu.

Sovyetler Birliği'nin istilası ve işgali sırasında Naziler ve askeri liderleri, Sovyet komiserlerini zulüm için hedef aldı. Naziler komiserleri, ordularını sonuna kadar savaşmaya ve Almanlara zulmetmeye zorlayacak "Yahudi Bolşevizminin" vücut bulmuş hali olarak görüyorlardı. 6 Haziran 1941'de Alman Ordusu Yüksek Komutanlığı, Alman birliklerine karşı hareket eden tüm "siyasi komiserlerin" idam edilmesini emretti. Bu emir, güçlü anti-komünist Alman subayları arasında yaygın destek gördü ve geniş çapta uygulandı. Emir, muhariplere ve esirlere karşı olduğu kadar savaş alanlarında ve işgal altındaki topraklarda da uygulandı.

Toplama kamplarına yerleştirilmelerinin ardından, Sovyet "komiserlerinin" çoğu birkaç gün içinde idam edildi. Sovyet "komiserlerinin" sistematik kitlesel imhası, Nazilerin daha önceki tüm cinayet kampanyalarını aşmıştı. Nazi toplama kampları, Sovyet "komiserlerine" yönelik olarak ilk kez büyük ölçekte insanları infaz ediyordu. Eylül-Ekim 1941 arasındaki iki aylık dönemde Alman SS askerleri Sachsenhausen'de yaklaşık 9.000 Sovyet savaş esirini öldürdü.

Nazi Almanyası'nın çöküşünün ve Doğu ve Batı Almanya olmak üzere iki rakip devletin ortaya çıkışının ardından, daha büyük, demokratik ve önemli ölçüde daha zengin olan Batı ülkesi kendisini Sovyet egemenliğindeki Doğu'ya karşı bir antitez olarak konumlandırdı. Bu nedenle, Almanya Komünist Partisi 1956'da yasaklandı ve Almanya Hıristiyan Demokrat Birliği ve Almanya Sosyal Demokrat Partisi de dahil olmak üzere tüm büyük siyasi partiler katı bir şekilde anti-komünist oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrasının ilk Alman Şansölyesi Konrad Adenauer, totaliter SSCB'ye karşıtlığını Nazizm karşıtlığından bile daha yüksek bir yere koyan bir anti-komünist ikon haline geldi. Adenauer, SSCB'ye karşı mücadeleye Nazilerden arındırma politikalarından daha fazla öncelik verdi ve eski Nazilere yönelik zulme son vererek, iğrenç insan hakları ihlallerine karışmamış olanlara af çıkardı ve hatta bazılarının hükümet pozisyonlarında görev almasına izin verdi. Denazifikasyon inceleme sürecinde Grup I (Büyük Suçlular) ve II'ye (Suçlular) atanan kişiler hariç olmak üzere, memurların kamu hizmetinde yeniden görev almalarına izin verildi.

Macaristan

1956'daki Macar Devrimi'nin sembolü: 1949-1956 komünist amblemi kesilmiş Macar bayrağı

Macaristan'da Mart 1919'da bir Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. Komünistler ve sosyalistler tarafından yönetiliyordu. Fransız hükümetinin desteğiyle hareket eden Romanya ordusu, Macaristan'ın bazı bölgelerini işgal etmiş olan Çek ve Yugoslav kuvvetleriyle birlikte, 1919'un sonlarında başkent Budapeşte'deki komünist hükümeti işgal etti ve devirdi. Avusturya-Macaristan donanmasının eski amirali Nicholas Horthy'nin etrafında toplanan yerel Macar karşı-devrimci milisler, 1920'ye kadar süren bir karşı-devrimci terörle sosyalistlere, komünistlere ve Yahudilere saldırıp öldürdüler. Daha sonra kurulan Macar rejimi Sovyet Rusya ile diplomatik ilişki kurmayı reddetti.

1919-1920 Macar Beyaz Terörü sırasında tahminen 5.000 kişi öldürüldü ve on binlerce kişi yargılanmadan hapsedildi. Komünist oldukları iddia edilenler Macar rejimi tarafından aranıp hapse atıldı ve sağcı kanunsuz gruplar tarafından öldürüldü. Macar rejim unsurlarının komünizmle bağlantılı olmakla suçladığı Yahudi nüfusa da zulmedildi.

Anti-komünist Macar subaylar Yahudileri komünizmle ilişkilendirdi. Macaristan'da Sovyet hükümetinin devrilmesinin ardından avukat Oscar Szollosy, "Proletarya Diktatörlüğünün Suçluları" başlıklı, geniş çapta dağıtılan bir gazete makalesi yayınladı ve bu makalede komünizmin arkasındaki itici güç olarak Yahudileri "kızıl, kan lekeli nefret şövalyeleri" olarak ana failler olarak tanımladı.

Alman lider Adolf Hitler, Macar lider Horthy'ye yazdığı mektupta, Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne saldırmasını, Avrupa kültür ve medeniyetini koruduğunu düşündüğü için haklı buluyordu. Hitler'in mektubunu ileten Budapeşte'deki Alman büyükelçisine göre Horthy şöyle demiştir: "22 yıldır bu günü özlemle bekliyordu ve şimdi çok mutluydu. Yüzyıllar sonra insanlık Führer'e bu eylemi için teşekkür edecekti. Yüz seksen milyon Rus, 2 milyon Bolşevik tarafından kendilerine dayatılan boyunduruktan kurtulmuş olacaktı".

Kasım 1941'in sonunda, Macar tugayları işgal altındaki topraklarda sadece polis görevlerini yerine getirmek üzere Ukrayna'ya gelmeye başladı. Macar birlikleri 1941-1943 yılları arasında sadece Çernigov bölgesinde ve civar köylerde tahminen 60.000 Sovyet vatandaşının imhasında görev aldı. Macar birlikleri, Sovyet partizanlarına ve ayrıca Sovyet savaş esirlerine kötü muamele ile karakterize edildi. Kursk bölgesinin Chernyansky bölgesinden geri çekilirken, "Macar askeri birliklerinin Kızıl Ordu'dan 200 savaş esirini ve 160 Sovyet yurtseverini toplama kampından kaçırdığı" ifade edilmiştir. Yolda faşistler bu 360 kişinin tamamını okul binasına kapattı, üzerlerine benzin döküp yaktı. Kaçmaya çalışanlar kurşuna dizildi".

1956 Macar Devrimi, Macar Halk Cumhuriyeti hükümetine ve onun Stalinist politikalarına karşı 23 Ekim'den 10 Kasım 1956'ya kadar süren bir isyandı. İsyan, Budapeşte'nin merkezinden Parlamento binasına doğru binlerce kişinin katıldığı bir öğrenci gösterisi olarak başladı. Taleplerini yayınlamak üzere radyo binasına giren bir öğrenci heyeti gözaltına alındı. Heyetin serbest bırakılması dışarıdaki göstericiler tarafından talep edildiğinde, binanın içinden Devlet Güvenlik Polisi (ÁVH) tarafından ateş açıldı. Haberin hızla yayılmasıyla birlikte başkent genelinde kargaşa ve şiddet patlak verdi. İsyan Macaristan genelinde hızla yayıldı ve hükümet düştü. Sovyet güçlerinin geri çekilmesini müzakere etmeye istekli olduğunu açıkladıktan sonra, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi Politbürosu fikrini değiştirdi ve devrimi ezmek için harekete geçti.

Macaristan'da komünistler asılıyor, 1919

Macaristan'da Szeged faşizmi adı verilen düşünce akımı I. Dünya Savaşı'nın bitmesini izleyen yıllarda ortaya çıkmıştır. Macar Ulusal Savunma Birliği'nin ortaya attığı antikomünist fikirlere sahip bu düşünceye 1919 yılından itibaren nasyonal sosyalizm ve faşizm fikirleri de eklenmiştir. Adını Szeged şehrinden alan bu düşünce, savaş yıllarında komünistlerin ülkelerine ihanet ettiği ve bu sebeple savaşı kaybettiği doktrini üzerine kuruludur.

Ayrıca Macaristan tarihinde önemli bir yere sahip olan Miklós Horthy, Macar Komünist Partisi'ni yasaklamış ve birçok antikomünist faaliyetlerde bulunmuştur. Horthy, daha sonraki yıllarda Adolf Hitler ile ittifak içerisine girecektir.

Moldova

Avrupa bayrağı 2009 yılında Moldovalı anti-komünistler için bir semboldü

Moldova anti-komünist toplumsal hareketi, Moldova Cumhuriyeti Komünist Partisi'nin (PCRM) seçimlere hile karıştırdığı iddiasının ardından 7 Nisan 2009 tarihinde Moldova'nın büyük şehirlerinde ortaya çıktı.

Anti-komünistler bir çevrimiçi sosyal ağ hizmeti olan Twitter'ı kullanarak örgütlendiler, bu nedenle medya tarafından Twitter Devrimi ya da Üzüm Devrimi olarak adlandırıldılar.

Polonya

"Bolşevik özgürlük", Leon Troçki'nin çıplak karikatürünün yer aldığı Polonya anti-komünist propaganda posteri

Vladimir Lenin Polonya'yı, Kızıl Ordu'nun diğer Komünist hareketlere yardım etmek ve diğer Avrupa devrimlerinin gerçekleşmesine yardımcı olmak için geçmesi gereken bir köprü olarak görüyordu. Polonya, Komünist askeri ilerleyişi başarıyla durduran ilk ülke oldu. Şubat 1919 ile Mart 1921 arasında Polonya'nın bağımsızlığını başarıyla savunması Polonya-Sovyet Savaşı olarak bilinir. Amerikalı sosyolog Alexander Gella'ya göre "Polonya'nın zaferi sadece Polonya'ya değil, en azından Avrupa'nın orta kesiminin tamamına yirmi yıllık bir bağımsızlık kazandırmıştı".

Alman ve Sovyetlerin 1939'da Polonya'yı işgal etmesinin ardından, İkinci Dünya Savaşı sırasında Polonya'daki ilk ayaklanma Sovyetlere karşı oldu. Czortków Ayaklanması 21-22 Ocak 1940 tarihlerinde Sovyet işgali altındaki Podolya'da meydana geldi. Yerel liselerden gençler, burada hapsedilmiş olan Polonyalı askerleri serbest bırakmak için yerel Kızıl Ordu kışlalarına ve bir hapishaneye saldırdı.

Savaşın son yıllarında Polonyalı ve Sovyet partizanlar arasında artan çatışmalar yaşandı ve bazı gruplar savaştan sonra da Sovyetlere karşı çıkmaya devam etti. 1944 ve 1946 yılları arasında, lanetli askerler olarak bilinen anti-komünist silahlı grupların askerleri, Polonya'da İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinin hemen ardından komünist hapishanelere bir dizi saldırı düzenledi. Polonya'daki militan anti-komünist direnişin üyeleri olan lanetli askerlerin sonuncusu, 1963 yılında ZOMO tarafından elinde tabancayla öldürülen Józef Franczak'tı.

Poznan 1956 protestoları, Polonya Halk Cumhuriyeti'ndeki büyük anti-komünist protestolardı. Protestocular rejim tarafından bastırıldı.

Polonya 1970 protestoları (Lehçe: Grudzień 1970) Aralık 1970'te kuzey Polonya'da meydana gelen Komintern karşıtı protestolardı. Protestolar, gıda ve diğer günlük ürünlerin fiyatlarındaki ani artışla alevlendi. Polonya Halk Ordusu ve Yurttaş Milisleri tarafından acımasızca bastırılan ayaklanmalar sonucunda en az 42 kişi öldü ve 1.000'den fazla kişi yaralandı.

Dosya:Politechnika.warszawska.may.1988.png
Polonyalı anti-komünist üniversite öğrencileri

Dayanışma, bir Varşova Paktı ülkesindeki anti-komünist bir sendikaydı. 1980'lerde geniş bir anti-komünist hareket oluşturuyordu. Hükümet 1980'lerin başındaki sıkıyönetim ve birkaç yıl süren baskı döneminde sendikayı yok etmeye çalıştı ama sonunda sendikayla müzakerelere başlamak zorunda kaldı. Hükümet ve Dayanışma önderliğindeki muhalefet arasındaki Yuvarlak Masa Görüşmeleri 1989'da yarı özgür seçimlere yol açtı. Ağustos sonunda Dayanışma liderliğinde bir koalisyon hükümeti kuruldu ve Aralık 1990'da Wałęsa Polonya Cumhurbaşkanı seçildi. O zamandan beri daha geleneksel bir sendika haline geldi.

Romanya

Romanya'daki anti-komünist direniş hareketi 1948'den 1960'ların başına kadar sürdü. Silahlı direniş, Komünist rejime karşı ilk ve en yapılandırılmış direniş biçimiydi. Nikolay Çavuşesku'nun 1989'un sonlarında devrilmesine kadar "anti-komünist silahlı direniş" olarak adlandırılan şeyin ayrıntıları kamuoyuna açıklanmadı. Kamuoyu ancak o zaman Karpat Dağları'na sığınan ve bazıları Securitate birliklerine karşı on yıl boyunca direnen çok sayıda küçük "haiduc" grubundan haberdar oldu. Son "haiduc" 1962 yılında Banat dağlarında öldürüldü. Romanya direnişi eski Sovyet bloğundaki en uzun süreli silahlı hareketlerden biriydi.

1989'daki Romanya Devrimi, Aralık 1989'un sonlarında Çavuşesku hükümetini deviren ve bir hafta süren, giderek şiddetlenen bir dizi ayaklanma ve çatışmaydı. Göstermelik bir yargılamanın ardından Ceauşescu ve eşi Elena idam edildi. Romanya, hükümetini şiddet yoluyla deviren ya da liderlerini idam eden tek Doğu Bloku ülkesiydi.

İspanya

Franco Öncesi İspanya

İspanya'da anti-komünizm hem siyasi solda hem de sağda mevcut olmuştur.

İspanya İç Savaşı'ndan önceki on yılda İspanya Komünist Partisi (PCE), İspanya'nın anarko-sendikalist ve Sosyalist muadillerinin gölgesinde kalmış ve onlarla rekabet etmiştir. Miguel Primo de Rivera'nın diktatörlüğü altında, "...önde gelen parti üyeleri hapse atıldı..." (Mujal-León, 7) parti merkezi Paris'e taşındı. Ayrıca parti, Komintern'deki hizipçilik ve Moskova'dan gönderilen zayıf temsilciler nedeniyle zayıflamıştı. PCE'nin Manuel Azaña hükümetine katıldığı 1934 yılına kadar PCE Cumhuriyet'e karşı çıktı. Başbakan Azaña yönetimindeki sol konsolidasyon, Komintern'in faşizme karşı geniş koalisyonlar kurulması yönündeki direktifiyle uyumluydu. Komünistler 1934'te PSOE ile Alianza Obrera çatısı altında birleştikten sonra Cumhuriyet'e bakışlarını değiştirdiler ve etkileri arttı. 1934 ve 1936 yılları arasında PCE'nin üye sayısı yaklaşık binden otuz bine çıktı.

İspanya İç Savaşı sırasında Papa XI Pius, "sosyal düzeni bozmayı ve Hıristiyan medeniyetinin temellerini baltalamayı amaçlayan bolşevik ve ateist Komünizmin" "mümkün olduğunca her kiliseyi ve her manastırı" yok ettiğini yazmıştır.

İspanya İç Savaşı sırasında, PCE alışılmadık bir şekilde ılımlı davrandı ve devrimci politika yerine orta sınıfın desteğini kazanmaya ve savaş çabalarına öncelik verdi.

Cumhuriyetçiler savaşı kaybettikten sonra komünistler gözden düştü ve anti-komünizm İspanyol solunun geri kalanına yayıldı. Bu değişim kısmen, Sovyetlerin Nazi faşizmine verdiği bir taviz olarak görülen Molotov-Ribbentrop Paktı'na ve PCE'nin Sovyetler Birliği'nden aldığı yardımı diğer solcularla paylaşmayı reddetmesine bir tepkiydi. Bazı solcular Cumhuriyetçilerin yenilgisinden PCE'yi sorumlu tuttu.

İspanya'da ve uluslararası alanda Katolik Kilisesi kritik bir anti-komünist etkiye sahipti.

On dokuzuncu yüzyılın sonları ve yirminci yüzyılın başlarında Katolik Kilisesi İspanya'nın zenginliğinin büyük bir kısmını elinde tutuyordu ancak sosyal etkisini kaybediyordu. İkinci Cumhuriyet'in yeni anayasası "...eğitimi... ruhban sınıfından çekmiş, Cizvit tarikatını feshetmiş, keşiş ve rahibelerin ticaret yapmasını yasaklamış ve evliliği laikleştirmiştir." (Deschner,48). Bu durum, Kilise'nin dini tekeli elinde tuttuğu Restorasyon dönemiyle keskin bir tezat oluşturuyordu. Kilise bu değişime ve Kilise mülklerinin ruhban karşıtı tahribatına, İspanya Özerk Haklar Konfederasyonu'nu (CEDA) finanse ederek ve 'kızıl' Cumhuriyetçi hükümeti kınayarak tepki gösterdi.

1937 yılında Papa XI Pius, komünizm karşıtı bir ansiklopedi olan Divini Redemptoris'i yayınladı. Belge İspanyol piskoposların tutumlarını yansıtıyor, komünistlerin din adamlarını ve ateizme karşı olan herkesi katlettiğini iddia ediyordu.

Komünizm karşıtlığı, İspanya İç Savaşı öncesinde İspanya'nın çeşitli sağcı grupları arasında ortak bir ideolojik özellikti. Sağ kanat içinde, Katolik Kilisesi'nin komünizm karşıtlığı alt, tarımsal sınıfların, toprak sahibi aristokrasinin ve sanayicilerin siyasi çıkarlarını bir araya getirdi. Bu grupların siyasi farklılıklarına rağmen, Halk Cephesi'nin 1936'daki seçim zaferi Katolik otoriterleri, Karlistleri, monarşistleri, bazı subayları ve faşistleri general ve geleceğin diktatörü Francisco Franco liderliğindeki Falange Española Tradicionalista y de las JONS altında birleşmeye teşvik etti.

Birleşik Devletler Ordusu tarafından kurtarıldıktan sonra Mauthausen Toplama Kampındaki İspanyol mahkumlar.
Frankocu İspanya

İspanya İç Savaşı'nın sona ermesinden kısa bir süre sonra İspanya Anti-Komintern Paktı'na ve Nazi Almanyası ile Dostluk Anlaşması'na girdi. Franco rejimi misilleme yapmaya ve "...Yahudi-Masonik-Komünist...." Cumhuriyetçilere karşı ayrımcılık yapmaya devam etti. (Preston, 305) Cumhuriyetçilere karşı ayrımcılık yapmaya devam etti. Cumhuriyetçiler ve Frankocular arasındaki bölünme 1975 yılında rejim sona erene kadar devam etti.

Frankocu misilleme çok yönlü oldu. Franco rejimi dışında hiçbir siyasi örgütlenmeye izin verilmedi ve 1940 yılında Masonluk ve komünizme karşı Baskı Yasası çıkarıldı. Bu yasaya göre, "komünizm" terimi, birçoğu aslında Komünist olarak tanımlanmayan tüm devrimci solculara uygulandı. "Karne ya da iş gibi hayati önem taşıyan şeyleri elde edebilmek için Franco rejiminden siyasi onay almak gerekiyordu..." (Salvado, 127).

Askeri mahkemelere Franco rejimine karşı tüm siyasi muhalefeti ortadan kaldırma emri verildi ve yüz binlerce kişi siyasi bahanelerle idam edildi ya da hapsedildi. Bunlar arasında "...kentli işçiler, kırsal kesimdeki topraksızlar, bölgesel milliyetçiler, liberal profesyoneller ve 'yeni' kadınlar" da dahil olmak üzere "...mağlup cumhuriyetçi seçmenler..." de vardı. (Graham, 129). Frankocu hapishane sistemi, kurtarılabilir olduğu düşünülen ve zorla çalıştırılan Cumhuriyetçi mahkumları, hemen öldürülen diğerlerinden ayıran iki yüz kamptan oluşuyordu. Bu kamplardan bazıları, "...Marksizmin biyo-psişik köklerini..." bulmayı amaçlayan etik dışı insan deneylerine tabi tutuldu. (Preston, 310). Buna ek olarak, sürgün edilen binlerce Cumhuriyetçi "...Alman savaş çabaları için çalışmaya" (315) zorlandı ya da Nazi toplama kamplarına hapsedildi. Franco "...Almanları sürgündeki Cumhuriyetçileri gözaltına almaları ve sınır dışı etmeleri için aktif olarak teşvik etti" (315).

Anti-komünizm eğitim sisteminde de sürdürülüyordu. "Tüm öğretmenlerin dörtte biri..." (Graham, 132) okul ve üniversite eğitiminden tasfiye edildi ve İspanya'nın tarihi, son savaş da dahil olmak üzere, son derece muhafazakar, Franco yanlısı bir bakış açısıyla öğretildi.

Türkiye

Nazi Almanyası ile Türkiye arasında Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması'nın imzalanması, 18 Haziran 1941

Anadolu'da anti-komünist görüşler 20. yüzyılın başlarında başlamış ve ilk anti-komünist olay 1920'lerde meydana gelmiştir. Türkiye Komünist Partisi'nin kurucusu Mustafa Subhi, 28 Ocak 1920'de eşi ve 21 komünist yoldaşıyla birlikte Karadeniz'de Batum'a giderken bir suikasta kurban gitti. Sonraki yıllarda komünist faaliyetler üzerinde daha fazla baskı kuruldu. Türk hükümeti 1925 yılında Aydınlık ve Yeni Dünya gibi birçok komünist gazeteyi kapattı. Aralarında Hikmet Kıvılcımlı, Nâzım Hikmet ve Şefik Hüsnü'nün de bulunduğu çok sayıda Türkiye Komünist Partisi üyesi ve sempatizanı 25 Ekim 1927'de toplu olarak tutuklandı. Daha sonra, 1937 yılında, Mustafa Kemal Atatürk başkanlığındaki bir heyet, Hikmet Kıvılcımlı'nın eserlerinin zararlı komünizm propagandası olduğuna ve sansürlenmesi gerektiğine karar verdi.

1960'larda Türk devleti milliyetçi ve İslamcı gençlik gruplarını kullanarak "Komünizmle Mücadele Dernekleri" kurdu. Bu dernekler, Türk polisi ile birlikte 16 Şubat 1969'da İstanbul'da yaşanan Kanlı Pazar olayından sorumluydu. Solcu öğrenci protestocular polis ve "Komünizmle Mücadele Dernekleri" üyeleriyle çatışmış, çok sayıda kişi yaralanmış ve iki kişi ölmüştü. İslamcı yazarlar din ve komünizmin bağdaşmaz olduğu fikrini sık sık dile getirdiler ve bu da çatışmanın ana nedenlerinden biri oldu. Türkiye'deki Azeri göçmen topluluğu, Marksizm ile deneyimleri olduğu için anti-komünist düşüncenin gelişmesinde önemliydi. Popüler Azeri gazeteleri Odlu Yert ve Azerbaycan'ın Sovyetler Birliği'ni sık sık eleştirmesi ve anti-komünist perspektiflerini açıkça ortaya koymaları, çevreden geniş bir entelektüel yelpazeyi kendilerine çekmiştir. Türkiye'deki Azeri nüfus, Sovyetler Birliği'ni eleştirmek için dergi ve yayınları kullanarak komünizme öncelikle entelektüel alanda karşı çıktı.

İkinci Dünya Savaşı Türkiye'de anti-komünizmin hızla artmasına neden oldu. Dönemin Türkiye Başbakanı Şükrü Saracoğlu "bir Türk olarak Rusya'nın ortadan kaldırılmasını hararetle istediğini" söylemiş, ardından Türkiye'nin Almanya Büyükelçisi Hüseyin Numan Menemencioğlu Berlin'de yaptığı bir konuşmada "Bolşevik Rusya'nın mümkün olduğu kadar tam bir yenilgiye uğramasından Türkiye'nin kesinlikle yararlanacağını" ifade etmiştir. Komünist görüşlere sahip olan ve Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerin normalleşmesini savunan Tan gazetesinin ana matbaası 4 Aralık 1945'te Turancı ve İslamcı çeteler tarafından basılıp yağmalanmış, çok sayıda gazeteci yaralanmıştır.

1971 Türk askeri muhtırasından sonra yeni yönetim, hem orduda hem de kamuda komünist kurum ve kişilere karşı bir tasfiye kampanyası başlatarak birçok komünist aydının, askerin ve öğrencinin tutuklanmasına ve bazı durumlarda işkence görmesine neden oldu. Türkiye İşçi Partisi liderleri Behice Boran ve Sadun Aren tutuklanmış, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli ve Doğan Avcıoğlu gibi birçok komünist aydın can güvenlikleri için ülkeden kaçmak zorunda kalmıştır. 1971 yılında Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan idam edildi.

Mart 1973'te Türk Silahlı Kuvvetleri Komünistler İşçilerimizi ve Gençlerimizi Nasıl Aldatıyor adlı bir kitap yayınladı. Kitap 32 sayfadan oluşuyordu ve içinde birçok anti-komünist ifade yer alıyordu.

1974-2002 yılları arasında dört kez Türkiye Başbakanı olarak görev yapan Bülent Ecevit, komünizm karşıtı görüşlerini açıkça dile getirmiştir. En ünlüsü 1975 yılında Ecevit'in "Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye'nin en güçlü partisidir. Komünizmi engelleyecektir, güçlü kaldığı sürece Türkiye'de komünizm olmayacaktır."

Ukrayna

18 Aralık 2014'te Ukrayna'da "Komünist ideolojinin propagandasının yasaklanması" yasası çıkarılmıştır. Komünizmi temsil eden orak ve çekiç, kızıl yıldız gibi semboller ve uluslararası komünist hareketin tanınmış simalarının portrelerini üzerinde taşıyan nesneleri bulunduranlara hapis cezaları, mal varlığına el koyma cezaları istemiyle davalar açılması kararı alınmıştır. Ardından Ukrayna Parlamentosu 9 Nisan 2015 tarihinde komünizm ve nasyonal sosyalizmi eş tutarak sembollerini ve propagandalarını tamamen yasaklamıştır. Bununla birlikte II. Dünya Savaşı yıllarında Naziler ile işbirliği yapan kişileri "Özgürlük Savaşçıları" olarak tanımlamıştır.

Ülkede Nisan 2015 tarihinde "Komünizmden Arındırma Yasası" adında bir yasa kabul edilmiş ve bu yasa kapsamında SSCB sembolleri içeren yapılar ortadan kaldırılmış, sokak ve meydan isimleri değiştirilmiş ve ülkede yer alan Lenin heykelleri kaldırılmıştır.

Euromaidan sırasında ve sonrasında, 8 Aralık 2013'te Kiev'deki Lenin anıtının yıkılmasıyla başlayarak, birçok Lenin anıtı ve heykeli protestocular tarafından kaldırıldı/yıkıldı. Komünist sembollerin yasaklanması yüzlerce heykelin kaldırılmasına, milyonlarca sokak tabelasının değiştirilmesine ve Dnipro, Horishni Plavni ve Kropyvnytskyi gibi Ukrayna'nın en büyük şehirleri de dahil olmak üzere nüfusun yoğun olduğu yerlerin isimlerinin değiştirilmesine neden oldu.

Asya

Çin Cumhuriyeti

Çin Kuomintang birlikleri Şanghay'da komünist mahkumları infaz için topluyor

Çin Halk Cumhuriyeti'nin kuruluşundan önce, Çin Milliyetçi Partisi olarak da bilinen ve Chiang Kai-shek tarafından yönetilen Kuomintang Çin'i yönetiyordu ve Çin Komünist Partisi'ne şiddetle karşı çıkıyordu. Chiang Kai-shek 12 Nisan 1927'de Şangay katliamı olarak bilinen ve Çin İç Savaşı'na yol açan olayda komünistleri tasfiye etti. Başlangıçta Kuomintang, Japonya'nın Çin'i geniş çaplı işgali hem Milliyetçileri hem de Komünistleri bir ittifaka zorlayana kadar bu konuda başarılı oldu.

28 Şubat 1947'de Kuomintang, 1895'ten 1945'e kadar Japon kolonisi olarak yönetilen eski bir Qing eyaleti olan Tayvan'da 28 Şubat olayı olarak bilinen hükümet karşıtı komünist ayaklanmayı bastırmış ve hükümet, Çin komünist yıkımını önlemek amacıyla komünist casusları temizlemek için Tayvan'da Beyaz Terörü başlatmıştır. Savaştan sonra iki taraf tekrar bir iç savaşa sürüklendi. Kuomintang anakarada yenildi ve Tayvan'a sürgüne kaçarken Çin anakarasının geri kalanı 1949'da Komünist oldu. Kısa bir süre sonra, Çin Cumhuriyeti hükümeti anti-komünist kaldı ve anakarayı Komünist güçlerden kurtarmaya çalıştı. Soğuk Savaş sırasında, Özgür Dünya ile Komünist Sosyalist Dünya arasındaki ideolojik farkı belirtmek için Çin Cumhuriyeti Özgür Çin olarak bilinirken, Çin anakarasındaki Çin Halk Cumhuriyeti Batı'da Kızıl Çin veya Komünist Çin olarak biliniyordu. Çin Cumhuriyeti hükümeti ayrıca Güneydoğu Asya'da ve dünya genelinde komünizm karşıtı çabaları aktif olarak destekledi. Bu çaba 1975 yılında Chiang Kai-shek'in ölümüne kadar sona ermedi.

Kuomintang ve Çin Komünist Partisi arasında 1990'lardan beri Boğazlar arası ilişkileri yeniden kurmak için temaslar olsa da, Kuomintang'ın parti tüzüğünün 2. Maddesinde komünizm karşıtlığı yazılı olduğu için Kuomintang komünizme karşı olmaya devam etmektedir

Çin Halk Cumhuriyeti

Çin demokrasi hareketi, Çin Halk Cumhuriyeti'nde gevşek bir şekilde örgütlenmiş anti-komünist bir harekettir. Hareket 1978 Pekin Baharı sırasında başlamış ve 1989 Tiananmen Meydanı protestolarında da önemli bir rol oynamıştır. 1959 Tibet İsyanı'nın da bazı anti-komünist eğilimleri vardı. Hareket 1990'larda hem Çin içinde hem de denizaşırı ülkelerde düşüşe geçmiştir. Şu anda parçalanmış durumdadır ve çoğu analist onu Komünist yönetime karşı ciddi bir tehdit olarak görmemektedir.

Charter 08, Çin Halk Cumhuriyeti'nde siyasi reform ve demokratikleşmeyi teşvik etmeyi amaçlayan 303'ten fazla Çinli entelektüel ve insan hakları aktivisti tarafından imzalanan bir manifestodur. Daha fazla ifade özgürlüğü ve serbest seçimler çağrısında bulunmaktadır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin kabulünün 60. yıldönümü olan 10 Aralık 2008 tarihinde yayınlanmıştır. Şartın adı Çekoslovakya'da muhalifler tarafından yayınlanan Şart 77'ye bir göndermedir. Yayınlanmasından bu yana Şart, Çin içinde ve dışında 8,100'den fazla kişi tarafından imzalanmıştır.

Hong Kong

2009'da bir Hong Kong gösterisi

1997'den önce anti-komünistlerin çoğu Kuomintang'ın destekçileriydi. Çin Komünist Partisi'nin anakara Çin'deki yönetimine ve tek parti diktatörlüğüne karşı çıkıyorlardı.

Hong Kong'da demokrasi yanlısı siyasi partiler tarafından desteklenen çok sayıda anti-komünist protesto düzenlenmiştir. Hong Kong'da her yıl 1989 Tiananmen Meydanı Katliamı için anma törenleri düzenlenmektedir. Mum ışığı nöbetine on binlerce kişi katılmıştır.

2014'teki başarısız Şemsiye Hareketi'nin sona ermesi, bölgede yeni ve yoğun bir sivil milliyetçilik dalgasına işaret etti. Hong Kong'un egemenliğinin 1997'de devredilmesinden bu yana yerel halk Çin komünist yönetimine şiddetle karşı çıkıyor ve bazıları Çin'den bağımsızlık talep ediyor. Bu durum 2019-20 Hong Kong protestoları ve ardından Hong Kong'un anakara Çin ile kademeli entegrasyonunu başlatan Hong Kong ulusal güvenlik yasasının kabul edilmesiyle doruğa ulaştı.

Kore

Bodo League Katliamı'nda idam öncesi yere yatırılan mahkûmlar

1950 yazında Kore Savaşı sırasında komünistlere ve komünizm sempatizanı olduğu düşünülen şüphelilere karşı Bodo League Katliamı olarak bilinen bir katliam gerçekleştirilmiştir. Güney Kore başkanı Syngman Rhee; Güney Kore İşçi Partisi ve Bodo League üyelerinin idam edilmesi emrini vermiştir. Ardından yaşanan olaylarda, Güney Kore Barış ve Uzlaşma Komisyonu komiseri Kim Dang-Çun'a göre, en az 100.000 kişi idam edilmiştir. Diğer bazı kaynaklara ise ölü sayısını en az 200.000 olarak vermektedir. Bazı Amerikalı tanıklara göre, 12-13 yaşlarında kız çocukları dahi idam edilmiştir. Bununla birlikte hapishanelerde yeterli yer olmadığı için öldürülen kişi sayısının çok daha arttığı belirtilmiş, Güney Koreli Emekli Amiral Nam Sang-hui, sadece kendisinin denize 200 siyasi mahkûmun cesedini attığını itiraf etmiştir.

Bununla birlikte yine Kore Yarımadası'nda gerçekleştirilen Namyangju Katliamı, Goyang Geumjeong Mağarası Katliamı ve Jeju Ayaklanması'nda birçok kişi komünist olduğu iddiasıyla öldürülmüştür.

Bodo Birliği'nin komünistlere ve şüpheli sempatizanlara yönelik katliamı, Güney Kore, 1950

Choi ji-ryong Güney Kore'de açık sözlü bir anti-komünist karikatüristtir. Editoryal karikatürleri Kore devlet başkanları Kim Dae-jung ve Roh Moo Hyun'u eleştirmektedir.

Hindistan

Hindistan uzun süredir devam eden Naxalite-Maoist isyanına karşı kanun ve düzen operasyonları yürütmektedir. Bununla birlikte, devlet destekli birçok Maoist karşıtı milis bulunmaktadır. Tüm Hindistan Trinamool Kongresi gibi bazı siyasi partiler de seçilmiş komünist hükümetleri devirmek için aktif bir anti-komünist hareket yürütmektedir. 2011 Batı Bengal Yasama Meclisi seçimlerinde Mamata Banarji, partisi AITC'nin dünyanın en uzun süre iktidarda kalan demokratik yollarla seçilmiş komünist hükümeti olan iktidardaki Sol Cephe'ye karşı ezici bir galibiyet elde etmesini sağlamıştır.

Endonezya

Endonezya Komünist Partisi karşıtı propaganda broşürleri

1965 yılında Endonezya'da 30 Eylül hareketi olarak bilinen antikomünist bir katliam yaşanmıştır. Ordu birlikleri tarafından gerçekleştirilen bu katliamda 300.000 ile 500.000 arasında kişinin sistematik olarak öldürüldüğü belirtilmektedir. Bazı kaynaklara göre bu sayı bir milyona yaklaşmaktadır.

30 Eylül 1965 tarihinde bir grup subay, bazı Endonezya Komünist Partisi üyeleriyle birlikte iktidardaki Endonezya ordusunu devirmek için bir girişimde bulunmuş ve olaylar sırasında altı general öldürülmüştür. Fakat bu müdahale başarısız olmuş ve hayatta kalan ordu liderleri birkaç gün içerisinde ayaklanmayı bastırmıştır. Ardından misilleme yapmaya karar veren generaller askerî ağırlıklı bir rejim kurarak yüz binlerce komünisti, bütün aileleriyle birlikte katletmiştir.

Ekim 1965'ten 1966'nın ilk aylarına kadar Endonezya ordusu ve müttefik milisler tarafından Endonezya Komünist Partisi üyelerini ve sempatizan olduğu iddia edilen kişileri hedef alan anti-komünist tasfiyelerde tahminen 500.000-3.000.000 kişi öldürüldü. Batılı hükümetler, özellikle de Endonezya ordusuna silah, para, teçhizat ve binlerce şüpheli komünistin isimlerini içeren listeler sağlayan ABD, katliamlarda işbirliği yaptı. 2016'nın sonlarında bir mahkeme katliamları insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak ilan etti ve ABD, Birleşik Krallık ve Avustralya'yı da bu suçların ortağı olarak adlandırdı.

Vietnam

Vietnam dışında bulunan ancak Vietnam'da da gösteriler düzenleyen anti-komünist örgütler arasında Vietnam Geçici Ulusal Hükümeti, Khmers Kampuchea-Krom Federasyonu, Viet Tan, Vietnam Halk Hareketi Partisi, Özgür Vietnam Hükümeti, Montagnard Vakfı, A.Ş., Vietnam Anayasal Monarşist Birliği ve Büyük Vietnam Milliyetçi Partisi yer almaktadır.

Japonya ve Mançukuo

Rus İç Savaşı sırasında Japonya, Grigory Mikhaylovich Semyonov'un Transbaykal'daki Beyaz hareketi ve Çin Beiyang hükümetinin Anhui kliğinin önceliği sırasında Moğolistan'ı işgali gibi kuzeydoğu Asya'daki Beyaz hareketleri destekledi. Ancak bu hareketler başarısız oldu ve Beyaz Ordu Mançurya'ya kaçtı. 1920'de Zhili-Anhui Savaşı başladı ve Anhui kliği yenildi; 1921'de Kızıl Ordu dış Moğolistan'ın kontrolünü ele geçirdi.

Mart 1920'de başlayan Nikolayevsk olayları sırasında Rus Yahudi gazeteci Gutman Anatoly Yakovlevich Tokyo'da Bolşevizm karşıtı Rusça bir gazete olan Delo Rossii'yi yayınlamaya başladı. Haziran ayında, Uzak Doğu'daki Müttefik Komutanlığı'nda baş yetkili ve askeri temsilci olan Romanovsky Georgy Dmitrievich, Semyonov'un ordusunun bir delegesi olan Syro-Boyarsky Alexander Vladimirovich ile görüştü ve ardından Delo Rossii gazetesini satın aldı. Temmuz ayında, Delo Rossii gazetesinin tercüme edilmiş versiyonunu tanınmış Japon yetkililere ve sosyeteye dağıtmaya başladı.

İkinci Zhili-Fengtian Savaşı sırasında Fengtian kliği ile Sovyetler Birliği arasında Fengtian-Sovyet Anlaşması imzalandı ve Sovyetler Birliği 1924 yılında Çin Doğu Demiryolunun yarısını ve demiryolu bölgesini kontrol altına aldı. 1925 yılında Sovyetler Birliği, Beyaz Rusları demiryolu bölgesinden çıkarmak için 94 sayılı emri yayınladı. Japonya, Mançurya'da Sovyet bilgilerini toplamak için bir haber ajansı olan Rusya Tsūshin'i kurdu.

1928 yılında Japon ordusu Huanggutun olayını tetikledi ve kısa bir süre sonra Fengtian kliği Kuomintang'ın (Kuzey Seferi) kontrolü altına girdi. 1929 yılında Çin-Sovyet çatışması başladı. Çatışma sırasında, Grigory Semyonov'a göre Uzak Doğu Cumhuriyeti'nin halefi olan Sibirya özyönetimi, Japon desteği altında Primorsky Krai'nin işgalini planladı, ancak Kuomintang rejimiyle görüştüklerinde, Kuomintang Beyaz Rusların silahlanmasından korktu.

Çin-Sovyet çatışmasından sonra, mağlup Çin Beyaz Ordunun bastırılması maddesini içeren Habarovsk Protokolünü imzaladı, ancak Kuomintang rejimi protokole dayalı antlaşmanın imzalanmasından rahatsız oldu. Japonya 1932 yılında Mançurya'da Mançukuo'yu kurmuş ve ardından Mançukuo 1934 yılında Beyaz Rusları korumak için Rus Göçmenler Bürosu'nu kurmuştur.

1933'te Japonya, Üçüncü Enternasyonal'e Karşı Uluslararası İtilaf'ın dokuzuncu konferansına katıldı ve Uluslararası Sosyalist Fikir ve Hareketleri Araştırma Derneği'ni (Japonca: 国際思想研究会) kurdu.

1935 yazında Komintern, Japonya ve Almanya'yı komünistleştirme hedefleri olarak belirledikleri Yedinci Dünya Kongresi'ni düzenledi ve Çin Komünist Partisi 1 Ağustos Deklarasyonu'nu ilan etti. Bunun ardından Japonya, Çin ile ilişkiler için komünizm karşıtı "HIROTA'nın Üç İlkesi "ni tanımladı ve ayrıca Almanya ile Anti-Komintern Paktı'nı imzaladı.

Mart 1935'te Mançukuo, Kuzey Mançurya Demiryolunu ve demiryolu bölgesini Sovyetler Birliği'nden satın aldı. Sovyet vatandaşı olan bölge sakinleri (Harbin Rusları) Sovyetler Birliği'ne göç etti. 1937 yılında Sovyetler Birliği, NKVD'ye 00593 sayılı emirle Beyaz Rus hareketiyle bağlantısı olduğundan şüphelenilen kişilerin ortadan kaldırılmasını emretti. 48.133 Harbinli baskı altına alındı ve bunlardan 30.992'si kurşuna dizildi.

Büyük Temizlik sırasında NKVD'nin Uzak Doğu Komutanı Genrikh Lyushkov Haziran 1938'de Japonya'ya iltica etti. Lyushkov'un notu Japon yetkililer tarafından verildi, ancak The New York Times notun bir "Japon Öğrencinin Günlüğü" olduğuna karar verdi. Kasım 1938'de Başbakan Fumimaro Konoe Doğu Asya'da anti-komünist Yeni Düzeni ilan etti. 1940 yılında Japonya, Mançukuo ve Çin Cumhuriyeti'nin Yeniden Örgütlenmiş Ulusal Hükümeti, Doğu Asya'da Yeni Düzeni temel alan anlaşmayı ilan etti.

1948-1951 yılları arasındaki Amerikan işgali döneminde, Japonya'da Komünist olmakla suçlanan 20.000'den fazla kişinin iş yerlerinden tasfiye edildiği bir "kızıl tasfiye" yaşandı.

Orta Doğu

Marksizm-Leninizm tarafından savunulan "materyalizm" geleneksel Müslüman toplumun güçlü dini atmosferiyle ciddi bir çatışma yaşadı, özellikle 1970'lerden sonra İslamcılığın yükselişi, İran Devrimi ve Sovyetlerin Afganistan'ı işgali Müslüman dünyanın komünizmle çatışmasını yoğunlaştırdı, Tudeh Partisi'nin toplu idamları ve Sovyet yanlısı Afgan rejimi yenildi, Taliban sonunda eski komünist lider Necibullah'ı idam etti.

Suudi Arabistan

1953 yılında Suudi petrol sahası işçileri, petrol şirketi Aramco'ya "daha iyi çalışma koşulları, daha yüksek ücret ve şirketin ayrımcı işe alım uygulamalarına son verilmesi" için dilekçe verdi. Bunun üzerine Suudi Arabistan hükümeti işçi liderlerini tutukladı ve bu noktada petrol sahası işçileri tarafından önceden planlanmış bir grev gerçekleşti. Bu liderler daha sonra affedilmiş olsa da, Suudi Arabistan hükümeti Aramco ile birlikte işçileri disipline etmek için şiddetli tedbirler uyguladı. Komünizmle bağlantısı olduğundan şüphelenilen 200'den fazla işçi tutuklandı ve sınır dışı edildi. 1956 yılında solcu grup NRF (Ulusal Reform Cephesi) tarafından sürdürülen protestoların ardından hükümet, anti-komünist propagandayı teşvik ederek, belediye seçimlerini iptal ederek, protestoları yasaklayarak ve NRF liderlerini tutuklayarak protestoları bastırmaya karar verdi. Suudi Arabistan'daki komünist unsurlara yönelik hükümet muhalefeti, Kral Faysal'ın Suudi tahtına çıkmasıyla doruğa ulaştı ve "Suudi Arabistan'a sızan herhangi bir komünist ilkeye ya da İslam şeriatıyla çelişen herhangi bir slogana karşı hoşgörülü olmayacağını" söyledi. Faysal, Suudi Arabistan'da artan komünist etkileri zayıflatmak ve itibarsızlaştırmak için üç strateji uyguladı: ekonomik kalkınma, bir Suudi kimliği yaratmak ve Suudi Arabistan'daki önde gelen komünist grup ve NRF'nin halefi olan NLF'yi (Ulusal Kurtuluş Cephesi) bastırmak. İslam, eylemlerini meşrulaştırmada ve komünizme karşı daha geniş bir muhalefet toplamada önemliydi. Örneğin, Müftü Abdülaziz Bin Baz komünistlerin "Yahudilerden ve Hıristiyanlardan daha kâfir olduklarını, çünkü Allah'a ya da ahiret gününe inanmayan ateistler olduklarını" söyledi. Gazeteler, Marx'ın Yahudi mirası nedeniyle Komünizm ile Yahudilik arasında antisemitik bağlantılar kurdu. Faysal ayrıca komünistleri ya da komünist sempatizanlarını tespit etmek için ABD hükümetiyle koordinasyon da dahil olmak üzere gözetim uyguladı. Bu durum komünist sempatizanların kitlesel olarak tutuklanmasına ve siyasi baskı altına alınmasına yol açtı.

Suudi Arabistan hükümeti ateist ilkeleri, yayılmacılığı ve Müslümanlara yaptığı zulüm nedeniyle komünizme şiddetle karşıydı. Ülke, komünizm karşıtlığını desteklemek için sürekli olarak milyarlarca dolar dış yardım sağladı. Suudi hükümeti ayrıca Angola'nın Zaire'deki komünist isyancılarıyla savaşmak üzere Fas birlikleri gönderdi. Kral Suud 1955 yılında ABD'ye şöyle yazmıştı: "Komünizme karşı çok özel tutumumuz ABD hükümeti ve tüm dünya tarafından çok iyi bilinmektedir. Komünizmin Orta Doğu'nun herhangi bir bölgesine sızmaması bizim çıkarımıza olacaktır. Komünizme karşı çıkarken bunu Amerika'yı ya da batılı devletleri memnun etmek için değil, tüm kalbimizle inandığımız temel dini inanç ve İslami prensiplere dayanarak yapıyoruz. Özellikle Müslüman Arap Kralı, Kutsal Mabetlerin hizmetkarı, Doğu ve Batı'daki 400 milyon Müslümanın saygı duyduğu bir kişi olarak benim konumum, Allah, milletim ve tarih önünde son derece hassas ve ciddidir."

Lübnan

İslami din adamları, özellikle Hizbullah'ın politikalarıyla ilgili olarak Lübnan siyasi düşüncesinin oluşumunda etkili olmuştur. Örneğin Iraklı din adamı Muhammed Baqir Al-Sadr, Marksist söylemlere karşı iki kitap yazmıştır. Biri Marksist felsefeyi, diğeri ise Marksist ekonomik düşünceyi gözden düşürmeyi amaçlarken, her ikisi de İslam'ın dünya için daha uygun bir ideoloji olduğu sonucuna varmıştır. Dolayısıyla, Lübnan'daki Hizbullah partisinin İslami köktenci unsurlarının Marksizme karşı İslami bir ideolojik muhalefetten kaynaklandığı anlaşılabilir.

Libya

Libya'da Kral İdris'i deviren 1969 darbesi, kısmen Muammer Kaddafi'nin din temelli anti-komünist ideolojisi nedeniyle İtalya'da iyi karşılandı. İtalya'nın eski bir sömürgesi olan Libya, Kral İdris döneminde İtalyanlarla iyi ilişkilerini sürdürmüş ve İtalyanlar devrimi komünist değil milliyetçi olarak gördükleri için bu iyi ilişki rejim değişikliğine rağmen devam etmiştir. Yeni rejimin devrimi Kuran'a dayandırması da İtalyanlara Libya'nın komünist dünya ile aynı çizgide olmayacağı konusunda güvence verdi.

Ürdün

Ürdün Kralı Hüseyin ibn Talal, komünizm karşıtlığı temelinde ABD ile iyi ilişkilerini sürdürdü.

Güney Amerika

Augusto Pinochet, Eylül 1973'te Başkan Salvador Allende'nin Marksist hükümetini deviren anti-komünist Şilili general

1970'lerde Güney Amerika'nın sağcı askeri cuntaları, on binlerce siyasi suikast, yasadışı gözaltılar ve komünist sempatizanlara yönelik işkenceleri içeren bir siyasi baskı kampanyası olan Condor Operasyonu'nu uyguladı. Kampanya, ülkelerindeki sözde komünist ve sosyalist etkileri ortadan kaldırmayı ve çok sayıda ölümle sonuçlanan hükümete karşı muhalefeti kontrol etmeyi amaçlıyordu. Katılımcı hükümetler arasında ABD'nin sınırlı desteği ile Arjantin, Bolivya, Paraguay, Brezilya, Şili ve Uruguay yer almaktadır.

Brezilya

2018 Brezilya genel seçimlerinde Jair Bolsonaro'nun kampanyası, aday Fernando Haddad, eski başkan Luiz Inácio Lula da Silva ve sol kanat İşçi Partisi'ni komünist olarak resmetti ve Brezilya'yı "Venezuela "ya dönüştürebileceklerini iddia etti. "Bayrağımız asla kırmızı olmayacak" sloganı Brezilya'da komünizm karşıtlığının bir sembolü olmuş ve Bolsonaro'nun göreve başlama konuşması sırasında bizzat kendisi tarafından dile getirilmiştir.

Brezilya'da anti-komünizm esas olarak Bolsonaro'nun Brezilya için İttifakı, Sosyal Liberal Parti, Sosyal Hıristiyan Parti, Patriota, Brezilya İşçi Yenileme Partisi, Podemos ve Yeni Parti gibi sağcı ve aşırı sağcı siyasi partiler tarafından temsil edilmektedir.

Brezilya'da 1960'lı yıllarda Komünist Avcılık Komutanlığı adındaki paramiliter örgüt birçok antikomünist faaliyet gerçekleştirerek birçok kişinin ölümüne neden olmuştur.

Arjantin

1961 yılında Amerikan Ahlakı Koruma Örgütü, grubu komünizme karşı mücadelede olumlu bir gelişme olarak gören Arjantin Devlet Başkanı Arturo Frondizi tarafından desteklendi. Muhafazakar, Katolik kadınlar, kendilerini ahlaki yozlaşmaya karşı gençliğin koruyucuları olarak görerek, ülkenin anti-komünist duygularının temelini oluşturdular. Geleneksel aile ve anti-komünizm fikirleri, özellikle Vatikan'ın anti-komünist mesajlarını artırmasıyla birlikte, bu kadınların zihninde giderek birbiriyle bağlantılı hale geldi. 1951 yılında "Anneler Birliği" kuruldu. Bu kadın grubu liberalizm ve komünizm güçlerine karşı koymayı ve komünizmin saldırısı altında olduğunu düşündükleri geleneksel, sosyal kurumları korumayı amaçlıyordu. Bu grup hem hayırsever bir örgüt hem de sosyopolitik bir bekçi köpeği olarak işlev görüyordu. Albay Rómulo Menéndez Círculo Militar'da şöyle yazmıştı: "Komünistler aileyi parçalamak istiyorlar - boşanma, üyeler arasındaki iletişime dair fikirler ve babanın otoritesinin yıkılması yoluyla." 1966-1970 Arjantin Devrimi General Juan Carlos Onganía'yı iktidara getirdi. Onganía rejimi, komünizmin geleneksel sosyal kurumları yok ettiği temelinde sosyal planlamaya yönelik politikalar izledi. Bu durum, yeni hükümetin üniversitelerin yönetim yapısını eşitlikçi bir yapıdan hiyerarşik bir yapıya dönüştürmesine yol açtı ve yönetim yapılarının öğrencilere komünizm mesajını aşıladığını iddia etti. Yeni hükümet ayrıca bazı öğrencileri ve profesörleri suçlu ilan etti ve öğrenci federasyonlarını yasakladı.

Şili

Kültürel Özgürlük Kongresi'nin bir kolu olan Şili Kültürel Özgürlük Komitesi, Sovyet ve komünizm yanlısı görüşler taşıdığı gerekçesiyle Şili Yazarlar Derneği'ne aktif olarak karşı çıkmıştır. Şili Kültürel Özgürlük Komitesi, üyelerini Şili'deki pek çok farklı medya organına ve sosyal kuruma komünizm karşıtlığını savunmaları için yerleştirdi. Şili Kültürel Özgürlük Komitesi'nin lideri Carlos Baráibar, ünlü komünist yazar ve Şili Yazarlar Derneği Başkanı Pablo Neruda'yı sık sık eleştiriyordu. 1947 yılında Şili Devlet Başkanı Gabriel González Videla, Şili'yi komünizmden uzaklaştırmak için devlet eliyle harekete geçti. Uluslararası alanda Şili komünist ülkelere karşı düşmanca bir tavır takındı. Ülke içinde Komünist Parti yasadışı ilan edildi ve komünist işçi örgütleri dağıtıldı, bu da Pablo Neruda gibi birçok komünisti Şili'den kaçmak zorunda bıraktı. 1959 yılında Şili Kültürel Özgürlük Komitesi, Şili Yazarlar Derneği yönetim kurulu seçimlerinde başarılı oldu ve Neruda ile komünist sempatizan grubunun yerine merkezci Hıristiyan Demokrat parti destekçisi Alejandro Magnet'i getirdi.

Birleşik Devletler

1920'ler ve 1930'lar

Joseph N. Welch (solda) 9 Haziran 1954 tarihinde Senatör Joe McCarthy (sağda) tarafından sorgulanırken

Amerika Birleşik Devletleri'nde komünizm karşıtlığının ilk büyük tezahürü 1919 ve 1920 yıllarında Başsavcı Alexander Mitchell Palmer'ın önderlik ettiği Birinci Kızıl Korku sırasında meydana geldi. Kızıl Korku sırasında Lusk Komitesi, isyan ettiğinden şüphelenilen kişileri soruşturdu ve Amerika Birleşik Devletleri'nde Komünistlerin işten çıkarılmasını onaylayan birçok yasa çıkarıldı. New Mexico'lu Carl Hatch tarafından desteklenen 1939 tarihli Hatch Yasası, komünizmi kamu işyerlerinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Hatch Yasası, "Anayasal hükümet şeklimizin devrilmesini" savunan federal çalışanların işe alınmasını yasaklıyordu. Bu ifade özellikle ABD Komünist Partisi'ne yönelikti. Daha sonra 1941 baharında, Komünist olduğundan şüphelenilen herhangi bir federal çalışanın soruşturulmasını ve herhangi bir Komünist çalışanın işten çıkarılmasını onaylayan bir başka anti-komünist yasa olan Kamu Yasası 135 kabul edildi.

1947 tarihli propaganda çizgi romanı Is This Tomorrow'un kapağı

Katolikler Amerika'da komünizme karşı mücadelede genellikle başı çekmişlerdir. Pat Scanlan (1894-1983) Brooklyn piskoposluğunun resmi gazetesi olan Brooklyn Tablet'in genel yayın yönetmeniydi (1917-1968). Ku Klux Klan'a karşı mücadelenin liderlerinden biriydi ve Hollywood filmlerinde cinselliğin en aza indirilmesi için Ulusal Ahlak Lejyonu'nun çabalarını destekledi.

Tarihçi Richard Powers şöyle diyor:

Pat Scanlan 1920'lerde militan Katolik anti-komünizminin, Amerika'da 100 yıl boyunca Katolik karşıtı önyargılardan muzdarip olduktan sonra Kilise'ye yönelik her türlü eleştiriyi Amerikan toplumunda zor kazandıkları statülerine yönelik bağnaz bir saldırı olarak gören İrlandalı-Amerikalıların özellikle hırçın bir markasının önde gelen sözcüsü olarak ortaya çıktı. [Menckenvari hakaretlerle dolu canlı bir yazı stilini dizginlenemez bir tartışma sevgisiyle birleştirdi. Scanlan yönetiminde Tablet, İrlandalı Katolik anti-komünizmin ulusal sesi ve New York'taki Protestan ve Yahudilerin baş belası haline geldi.

Soğuk Savaş dönemi, 1946-1991

John F. Kennedy'nin 1963 yılında Batı Berlin'de yaptığı "Ich bin ein Berliner" konuşması

Dünya Savaşı ve Sovyetler Birliği'nin yükselişinin ardından, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki birçok komünizm karşıtı, komünizmin tüm dünyada zafer kazanacağından ve sonunda Amerika Birleşik Devletleri'ne doğrudan bir tehdit haline geleceğinden korkuyordu. Sovyetler Birliği'nin ve Çin Halk Cumhuriyeti gibi müttefiklerinin güçlerini kullanarak ülkeleri zorla Komünist yönetim altına almasından korkuluyordu. Doğu Avrupa, Kuzey Kore, Vietnam, Kamboçya, Laos, Malaya ve Endonezya bunun kanıtı olarak gösteriliyordu. NATO, ABD liderliğinde Batı Avrupa'daki ulusların oluşturduğu bir askeri ittifaktı ve çevreleme stratejisi izleyerek Komünist yayılmayı durdurmaya çalışıyordu.

1950'lerde Soğuk Savaş'ın derinleşmesi, McCarthycilik olarak bilinen anti-komünist kampanya da dahil olmak üzere, Amerika Birleşik Devletleri'nde anti-komünizmde dramatik bir artışa tanık oldu. Film yapımcısı Charlie Chaplin gibi binlerce Amerikalı komünist ya da sempatizanı olmakla suçlandı ve birçoğu Amerikan Karşıtı Faaliyetler Meclis Komitesi gibi hükümet komitelerinin agresif soruşturmalarına konu oldu. Bazen son derece abartılı olan suçlamaların bir sonucu olarak, suçlananların çoğu işlerini kaybetti ve kara listeye alındı, ancak bu kararların çoğu daha sonra bozuldu. Bu dönem aynı zamanda McCarran İç Güvenlik Yasası ve Julius ve Ethel Rosenberg davası dönemiydi. Bu dönemde Robert W. Welch Jr. Amerika Birleşik Devletleri'nde "Komünist komploya" karşı öncü bir güç haline gelen John Birch Topluluğu'nu örgütledi. Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra Venona Projesi gibi pek çok kayıt kamuoyuna açıklanmış ve siyasi amaçlarla haksız yere suçlandığı düşünülen pek çok kişinin aslında Komünist casus ya da sempatizanı olduğu doğrulanmıştır. Moynihan Sovyet casusluğunun "gerçek (ama sınırlı) boyutuna" dikkat çekmiştir. John Earl Haynes, McCarthycilik sırasında affedilemez aşırılıkların yaşandığını kabul etmekle birlikte, gizli iletişim arşivlerine dayanarak ABD Komünist Partisi'nin esasen Sovyet partisinin bir "uydusu" olduğunu belirtmektedir.

Komünizm karşıtı Ronald Reagan ve Margaret Thatcher, sırasıyla Amerika Birleşik Devletleri başkanı ve Birleşik Krallık başbakanı

1980'ler boyunca Ronald Reagan yönetimi, Stratejik Savunma Girişimi de dahil olmak üzere silah programlarını geliştirerek Sovyetler Birliği ve müttefiklerine karşı saldırgan bir politika izledi. Reagan Doktrini, Nikaragua'daki Kontralar ve Afganistan'daki Mücahitler de dahil olmak üzere Sovyet karşıtı direniş hareketlerine yardım sağlayarak Sovyetler Birliği'nin dünya çapındaki etkisini azaltmak için uygulandı. Kore Hava Yollarına ait 007 sefer sayılı uçağın 1 Eylül 1983 tarihinde Sovyetler tarafından Moneron Adası yakınlarında kasıtlı olarak düşürülmesi 1980'li yılların komünizm karşıtı duygularına katkıda bulunmuştur. KAL 007, aralarında John Birch Cemiyeti'nin liderlerinden biri olan Kongre üyesi Larry McDonald'ın da bulunduğu 269 kişiyi taşıyordu.

ABD hükümeti anti-komünist politikalarını, başta Joseph Stalin dönemindeki Sovyetler Birliği, Maoist Çin, Kuzey Kore ve Pol Pot liderliğindeki Hanoi karşıtı Kızıl Kmerler hükümeti ve Kamboçya'daki Hanoi yanlısı Kampuchea Halk Cumhuriyeti olmak üzere Komünist devletlerin insan hakları sicilini gerekçe göstererek savunmuştur. 1980'lerde Kirkpatrick Doktrini özellikle Amerikan siyasetinde etkili olmuş ve Amerika Birleşik Devletleri'nin otoriter rejimler de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki anti-komünist hükümetleri desteklemesini savunmuştur. Reagan Doktrini'ni ve diğer anti-komünist dış ve savunma politikalarını destekleyen önde gelen ABD'li ve Batılı anti-komünistler, ABD'nin Batı'nın Nazi Almanyası'nı yatıştırma hatalarını tekrarlamaktan kaçınması gerektiği konusunda uyarıda bulundular. Reagan, herhangi bir başkanın yaptığı en önemli anti-komünist konuşmalardan birinde Sovyetler Birliği'ni "şeytani imparatorluk" olarak nitelendirdi ve anti-komünist entelektüeller bu etiketi belirgin bir şekilde savundu. Örneğin 1987'de, 1917 Bolşevik Devrimi'nin 70. yıldönümü anısına, The Heritage Foundation'dan Michael Johns, devrimden bu yana Sovyetler tarafından gerçekleştirildiği düşünülen 208 kötülük eyleminden bahsetti. 1993 yılında Kongre, komünizm kurbanları için ulusal bir anıt inşa edilmesini öngören 103-199 sayılı Kamu Yasasını kabul etmiş ve Başkan Clinton da bu yasayı imzalamıştır. Başkan Bush 2007 yılında anıtın açılışına katıldı.

Soğuk Savaş sonrası dönemdeki gelişmeler

Anti-komünizm, 1980-1990'lardaki Çin ekonomik reformu ve 1989-1991 yılları arasında Sovyetler Birliği ve Avrupa'daki Doğu Bloğu Komünist hükümetlerinin çöküşünden sonra önemli ölçüde azalmış ve bunun sonucunda dünya çapında bir Komünist ele geçirme korkusu artık ciddi bir endişe kaynağı olmaktan çıkmıştır. Ancak, Küba ve Kuzey Kore ile ilgili dış politikada anti-komünizmin kalıntıları devam etmektedir. Küba örneğinde, Amerika Birleşik Devletleri ülkeye yönelik ekonomik yaptırımlarını kısa bir süre önce sona erdirmeye başlamıştır. Nükleer silah stokladığına dair haberler ve nükleer silahlarını ve balistik füze teknolojisini yeterince yüksek bir bedel ödemek isteyen herhangi bir gruba satmaya istekli olduğu iddiası nedeniyle Kuzey Kore ile gerginlik artmıştır. Birleşik Devletler yasalarında vatandaşlığa kabulle ilgili ideolojik kısıtlamalar, bir zamanlar Komünist parti üyesi olan muhtemel göçmenleri etkileyecek şekilde yürürlükte kalmaya devam etmektedir ve Komünist Partiyi yasaklayan Komünist Kontrol Yasası, Federal Hükümet tarafından hiçbir zaman uygulanmamış olmasına rağmen hala yürürlüktedir. Bazı eyaletlerde de hala Komünistlerin eyalet hükümetinde çalışmasını yasaklayan yasalar bulunmaktadır.

Amerika Birleşik Devletleri'ne yapılan 11 Eylül saldırıları ve ardından Kongre'den ezici bir çoğunlukla geçen ve Başkan Bush tarafından güçlü bir şekilde desteklenen Vatanseverlik Yasası'nın yürürlüğe girmesinden bu yana, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki bazı Komünist gruplar hükümet tarafından yeniden incelemeye tabi tutulmuştur. 24 Eylül 2010 tarihinde 70'in üzerinde FBI ajanı eş zamanlı olarak Minneapolis, Chicago ve Grand Rapids'te Özgürlük Yolu Sosyalist Örgütü (FRSO) üyesi olduğu düşünülen önde gelen savaş karşıtı ve uluslararası dayanışma aktivistlerinin evlerine baskın düzenleyerek mahkeme celbi tebliğ etmiş, ayrıca Milwaukee, Durham ve San Jose'deki aktivistleri de ziyaret ederek sorgulamaya çalışmıştır. Arama emirleri ve mahkeme celpleri FBI'ın "terörizme maddi destek" ile ilgili kanıt aradığını gösteriyordu. Bir aktivistin evine yapılan baskın sırasında FBI ajanları yanlışlıkla, baskınların FRSO'nun gerçek ya da şüpheli üyeleri olan kişilere yönelik olduğunu gösteren gizli FBI belgelerinden oluşan bir dosyayı geride bıraktı. Belgeler, ajanların aktivistlere FRSO'ya katılımları ve Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri ve Filistin'in Kurtuluşu için Halk Cephesi ile olan ilişkileriyle ilgili uluslararası dayanışma çalışmaları hakkında sorduğu bir dizi soruyu ortaya çıkardı. Daha sonra, yeni kurulan FBI Baskısını Durdurma Komitesi üyeleri Minnesota'da bir basın toplantısı düzenleyerek FBI'ın baskınlardan önce bilgi toplamak amacıyla FRSO'nun içine bir muhbir yerleştirdiğini açıkladılar.

2 Ekim 2020'de Amerika Birleşik Devletleri Vatandaşlık ve Göçmenlik Hizmetleri, USCIS Politika El Kitabı'nda komünist bir partiye veya başka bir totaliter partiye üyelik veya bağlılığa dayalı kabul edilemezliği ele almak için politika kılavuzu yayınladı. Bu kılavuzda, aksi belirtilmedikçe, komünist ya da totaliter bir partinin ya da yerli ya da yabancı bir alt kuruluşunun ya da bağlı kuruluşunun üyesi ya da bağlı kuruluşu olan herhangi bir göçmen adayının Amerika Birleşik Devletleri'ne kabul edilemeyeceği belirtiliyordu. Ayrıca, bir komünist partiye veya başka bir totaliter partiye üye olmanın, vatandaşlığa kabulde Birleşik Devletlere Bağlılık Yemini ile tutarsız ve uyumsuz olduğunu belirtmiştir.

Güney Afrika

Anti-komünizmin popülerleşmesi İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonra ve apartheid'ın kökenleriyle aynı döneme denk gelmiştir. Anti-komünizm ideolojisi büyük ölçüde beyaz Güney Afrikalıların anti-komünist olmasıyla ırksal çizgiler üzerine oturtulabilir. Şiddetle anti-komünist olan Ulusal Parti de oylarının bir kısmını bu politikaya borçludur. Güney Afrika'da, Afrikaans dilinde "Kızıl Tehlike" anlamına gelen Rooi Gevaar adında yaygın bir terim türetilmiştir. 1950 yılında Güney Afrika Komünizmi Bastırma Yasası ile Güney Afrika Komünist Partisi'ni yasaklayacaktı. Güney Afrika, Namibya'daki SWAPO ve Angola'daki MPLA gibi komünist gruplara karşı Güney Afrika'daki çatışmalara dahil olacaktı. Afrika Ulusal Kongresi ve Pan Afrika Kongresi gibi birçok apartheid karşıtı örgütün Nelson Mandela gibi birçok Komünist üyesi vardı. Bu durum birçok beyaz Güney Afrikalının komünizm karşıtlığının daha da artmasına yol açtı. 1980'lerin sonu ve 1990'ların başında komünizmin çöküşü ve Güney Afrika Sınır Savaşı'nın sona ermesiyle Başkan F. W. De Klerk apartheid'ın sona ermesi ve Güney Afrika'da demokrasinin başlaması için barışçıl bir çözümün önünün açıldığını gördü.

Analiz ve yanıt

Bazı akademisyenler ve gazeteciler, komünizm karşıtı söylemlerin komünist yönetim altındaki devletlerde siyasi baskı ve sansürün boyutunu abarttığını ya da özellikle Soğuk Savaş sırasında kapitalist ülkeler tarafından işlenen zulümlerle karşılaştırmalar yaptığını savunmaktadır. Bunlar arasında Mark Aarons, Vincent Bevins, Noam Chomsky, Jodi Dean, Christian Gerlach, Kristen Ghodsee, Seumas Milne ve Michael Parenti sayılabilir.

Tarihi

Komünist Manifesto'nun Almanya'da yapılan ilk baskısı, 1848

Başlangıç

"Antikomünizm" ve "Antisosyalizm" kavramları terim olarak 1840'lı yıllarda ilk kez kullanılmaya başlanmıştır. Dönemin mülk sahibi sınıfları ve muhafazakârları, mülkiyetin paylaşılması gerektiğini söyleyenlere karşı bu bu tanımı kullanmıştır. Ardından Karl Marx ve Friedrich Engels'in 1848'de ünlü Komünist Manifesto adlı eserini yayınlaması ve 1848 Devrimleri ile birlikte toplumda yer edinen komünizm düşüncesi, bu sınıflarda korkuya yol açmış ve antikomünist söylemler daha da belirgin hale gelmiştir.

Ardından 1871 yılında gerçekleşen Paris Komünü, bu komünist kalkışmanın ilk örneği sayılır. Komün halkı 2 ay boyunca iktidarı kendi eline almış, daha sonra hükûmet güçleri tarafından bastırılmıştır. Bu olay daha sonra birçok marksist önder tarafından örnek gösterilecektir.

Bununla birlikte aynı yıllarda anarşist düşünürler ile Marx ve komünizm taraftarları arasında bir çekişme bulunmaktaydı. Anarşizmin kuramsal öncülüğünü yapan Prodon ve Bakunin, "devletin ortadan kaldırılması" konusunda, Karl Marx'ı eleştirmiş ve onu despotizm ve otoriterleşme ile suçlamışlardır. Birinci Enternasyonal'in beşinci kongresi olan ünlü Lahey Kongresi'nde Bakunin ve Marx arasında sert tartışmalar geçmiş, Bakunin Marx'ın fikirlerini otoriter olarak değerlendirmiştir. Bunun üzerine anarşist ve komünist gruplar arasında yoğunlaşan tartışmalar çıkmış ve ardından anarşistler dışlanarak kongreden ayrılmak zorunda kalmışlardır. Bu kongre anarşist ve komünist grupların birlikte yer aldığı son kongre özelliği taşır. Marx'ın yakın çalışma arkadaşı ve komünizmin kuramsal kurucuları arasında görülen Friedrich Engels de Otorite Üzerine adlı makalesinde proleter devrimin devlet karşısındaki tutumu konusunda anarşistlerin kongredeki tutumunu kıyasıya eleştirmiştir.

I. Dünya Savaşı sonrası

Komünist fikirlere karşıtlığın başlangıcı marksizmin felsefi olarak yeni kuramsallaştığı yıllar olsa da, somut olarak Sovyetler Birliği'nin kuruluş yıllarına dayanmaktadır (1917-1922). I. Dünya Savaşı'ndan çıkmış savaş yorgunu çeşitli halklar, yeni bir sistem arayışı içerisine girmişler ve bu tarihlerde sosyalizm fikirleri işçilerde ve halklarda heyecan uyandırmaya başlamış ve hatta bir kurtuluş yolu olarak görülmüştür. Fakat marksist teorinin karşıt olduğu burjuvazi ve kilise, bu fikre baştan beri cephe almış ve bu görüşü yeryüzünden silmeye çalışmıştır. Örneğin 1920 yılında Papa XV. Benedictus, laiklik içeren bu toplum düzeninin Hristiyan medeniyetinin temellerini zayıflatacağını bildirerek Kutsal Makam aracılığıyla resmî bir açıklama yaparak komünizm akımını kınamıştır. Bununla birlikte zengin toprak sahipleri, şirketler ve eski düzeni isteyen tüm kesimler bu propagandayı desteklemişler, hatta birer parçası olmuşlardır.

İngiliz müdahelesini konu alan Bolşevik karşıtı bir propaganda posteri, 1919

Çarlık yanlısı Beyaz Ordu birlikleri, Ekim Devrimi ardından iktidara gelen Bolşeviklerin devirmek için 1917-1922 yılları arasında Rus İç Savaşı'nı başlatmıştır. ABD, Birleşik Krallık, Fransa, Polonya, Japonya gibi ülkelerden finansal destek, silah ve asker yardımı alan Beyaz Ordu birlikleri, Kızıl Ordu mensuplarına ve kendilerine destek vermeyen sivil halka yönelik şiddet ve katliam hareketlerine yönelmişlerdir. Örneğin sadece Arhangelsk’te 8 bin civarında Bolşevik mahkûm idam edilmiş ve yaklaşık 38 bin mahkûm işkence ve hastalıktan hayatını kaybetmiştir. Pravda gazetesinin açıklamasına göre 1918 yılında Bolşevik kurbanların resmi sayısı 30 binin üzerindeydi. Beyaz Terör olarak anılan bu olaylar Sovyet tarihinde "Elit soylu sınıfının destekçilerinin sömürülen yoksul kitlelere yönelik şiddet hareketi" olarak tarif edilmiştir.

Almanya'daki Spartakistler Birliği karşıtı poster, 1919

Marksist-Leninist felsefenin enternasyonal komünist toplumu hedeflemesi sebebiyle, ortaya çıkışından bu yana uluslararası toplumda büyük etkilere yol açmıştır. Özellikle Komintern, I. Dünya Savaşı'ndan sonra gerek uluslararası komünist dünyaya gerekse komünist partilere öncülük etmiş ve onları yönlendirmiştir. Bununla birlikte 1917'deki Ekim Devrimi sonrasında kurulan Sovyetler Birliği, dünyadaki tüm komünist ayaklanmalara destek vermiş, bununla birlikte sömürgeci ve emperyalist müdahalelere karşı mücadele etmiştir. Kurtuluş Savaşı'nda Sovyetler Birliği-Türkiye ilişkileri bu kapsamda geliştirilen bir ilişkiye örnek teşkil eder. Bu sebeple dünyadaki tüm ayaklanmaların, özellikle de komünist ayaklanmaların Sovyetler Birliği tarafından çıkarıldığı görüşü ortaya çıkmıştır. Örneğin Almanya'da Spartakistler Birliği Ekim Devrimi'nin başarısının ardından birçok ayaklanma örgütlemiştir. Fakat 1919'daki ayaklanma Freikorps tarafından kanlı olarak bastırılmış ve çok sayıda Spartakist öldürülmüştür.

Bu dönemden II. Dünya Savaşı yıllarına kadar en belirgin antikomünist faaliyetler İtalya Krallığı ve Nazi Almanyası'nda gerçekleşmiştir. Kara Gömlekliler ve Schutzstaffel gibi askerî örgütler bu ülkelerdeki komünist, sendikacı, öğretim üyesi, aydın ve aktivisti öldürmüş ve komünist faaliyetlerle bağlantılı olduğunu düşündüğü birçok kişiye suikastlar düzenlemişlerdir. Anti-marksist ideolojiler olan Faşizm ve Nazizm İtalya ve Almanya'da iktidara gelmiş, Ulusal Faşist Parti lideri Benito Mussolini ve Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi lideri Adolf Hitler, bu ülkelerdeki bütün komünist faaliyetleri yasaklamışlardır. 1936 yılında iki ülke arasında Berlin-Roma Mihveri kurularak antikomünist faaliyetlerde işbirliğine gidilmiştir.

II. Dünya Savaşı sonrası

II. Dünya Savaşı'ndan galip çıkan Müttefik Devletler'in liderleri Winston Churchill, Franklin D. Roosevelt ve Josef Stalin, Avrupa'nın yeni düzeni konusunda düzenlenen Yalta Konferansı görüşmelerinde, 1945

II. Dünya Savaşı'ndan galip çıkan SSCB, Avrupa'daki yeni rejimlerin kaderinde belirleyici rol oynamıştır. Savaşın ardından Avrupa'daki pek çok ülkede "halk demokrasisi" adı verilen yönetim biçimlerinin benimsenmesi ve beraberinde sosyalist ekonomiye geçilmesi Amerika Birleşik Devletleri federal hükûmeti tarafından tepkiyle karşılanmıştır. 5 Mart 1946'da Batı'nın önde gelen siyasetçilerinden Winston Churchill, Başkan Harry S. Truman'ın yanında Sovyetler Birliği'ne karşı siyasal savaş ilan eden ve Demir Perde ifadesine yer veren ünlü konuşmasını yapmış ve sosyalist düzene karşı güçbirliği yapma çağrısında bulunmuştur. Bu konuşma, uluslararası dünyada Batı Bloku için bir eylem planı olmuş, böylece bir silahlanma yarışı başlatılarak SSCB ve onun müttefik ülkeleri çerçevesinde ABD üslerinin ve askerî blokların kurulmasına yönelik Soğuk Savaş dönemi açılmıştır. Ardından Mart 1947'de ABD Başkanı Truman, SSCB'nin tehdidi altında olduğunu ileri sürdüğü ülkelere ekonomik ve askerî yardıma dayalı Truman Doktrini'ni ilan etmiştir.

Ardından ABD Dışişleri Bakanı George Marshall 5 Haziran 1947 günü Harvard Üniversitesi'ndeki bir konuşmasında savaştan çıkan Avrupa ülkelerine ekonomik yardım yapacaklarını bildirmiştir. Marshall Planı olarak bilinen ve Doğu Avrupa ülkelerinin ekonomik sistemlerini değiştirmeyi hedefleyen bu ekonomik pakete göre, "Avrupa ülkeleri her şeyden önce kendi aralarında bir ekonomik işbirliğine girişmeli ve birbirlerinin eksikliklerini kendileri tamamlamalı, bu genel işbirliği sonunda bir açık ortaya çıktığında Amerika, bu açığın kapatılması için yardım etmeli ve bunun için de önce bir işbirliği programı yapmalıydılar". Fakat Doğu Avrupa ülkeleri Temmuz 1947'de "Amerikan emperyalizminin bir aleti" olarak tanımladıkları Marshall Planı'nı reddettiklerini açıkladılar ve aynı yılın Ekim ayında SSCB ve sosyalist yönetime sahip ülkeler, dış siyasette paralel davranma amacıyla Kominform'u kurdular.

Ülkelere göre uygulamalar

Amerika Birleşik Devletleri

1950'lerde komünistlerin basına çıkarılmamasını isteyen ABD basını

ABD'de ortaya çıkan Kızıl Tehlike propagandası 1917 yılında gerçekleşen Ekim Devrimi sonrasında sosyalizm düşüncesinin politik alanda etkinleşmesi üzerine başlatıldı. ABD'de komünizm korkusunu tetikleyen asıl olay ise 1919 yılında yaşanan işçi grevleriydi. Yüzbinlerce metal ve kömür işçisi grevlere çıktı. Ayrıca aynı dönemde Boston'da görev yapan polisler de bazı eylemler gerçekleştirdi. Dönemin ABD federal hükûmeti, bütün bu protestoların örgütleyicilerinin komünistler olduğunu açıkladı. Ardından 1920 yılında başlatılan "komünist avı" ile beraber 6,000 civarında politik aktivist, ABD federal hükûmeti Kızıl Tehlike adını verdiği antikomünist propagandaya dayanılarak hapse atıldı. Ardından 1920-1930 yılları arasında yoğun antikomünist propagandaların yapıldığı bir kültür inşa edildi.

II. Dünya Savaşı sonrası oluşan Soğuk Savaş ortamında ABD komünizmi kendisine düşman akım olarak belirlemiş NATO'nun kurulmasını sağlayarak komünizm düşüncesine savaş açmıştır.

Almanya

Weimar Cumhuriyeti

I. Dünya Savaşı’ndan sonra Weimar Cumhuriyeti’nde komünistlere karşı devlet eliyle örgütlenen ve düzensiz silahlı birlikler olan Freikorps kurulmuştur. Spartakistler Birliği Ekim Devrimi'nin başarısının ardından birçok ayaklanma örgütlemiş, buna karşın en son 15 Ocak 1919'da düzenlenen ayaklanma Freikorps tarafından kanlı olarak bastırılmış ve aralarında hareketin önderlerinden Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg'un da aralarında bulunduğu yüzlerce kişi katledilmiştir. Ayrıca aynı birlikler 1919 yılında Bavyera Sovyet Cumhuriyeti'ne de son vermişlerdir.

Nazi Almanyası

Nazi Almanyası tarafından II. Dünya Savaşı yıllarında Rusça hazırlanan propaganda posteri: Kahrolsun Bolşevizm!

Aşırı muhafazakâr, milliyetçi ve antikomünist görüşleriyle bilinen William Hearst 1934’te Nazi Almanyası'na gitmiş ve Adolf Hitler tarafından bir misafir ve arkadaş olarak karşılanmıştır. Bu seyahatinden sonra Hearst’ün gazeteleri komünizme karşı daha da keskinleşmiş, sosyalizme, özellikle Sovyetler Birliği ve Stalin’e karşı her gün daha fazla makale yayınlamaya başlamışlardır. Bununla birlikte Hearst, Hitler’in sağ kolu Hermann Göring’in bir dizi makalesini yayınlayarak Nazi propagandasına girişmiştir. Fakat gazeteler çok sayıda okuyucunun protestosu sonucu bu makalelerinin yayınını durdurmak ve piyasadan çekilmek zorunda kalmıştır.

Hitler’i ziyaret ettikten sonra, Hearst’ün sansasyonel basını Sovyetler Birliği’nde gerçekleşen korkunç olaylar hakkında “ifşaatlarla” dolmaya başlamıştır. Bu konular cinayetler, soykırım, kölelik, yöneticilerin sefahati ve halkın sefaleti üzerine işlenmekteydi. Tüm bu olaylar büyük puntolarla manşetten verilmekteydi. Malzeme de Nazi politik polisi Gestapo tarafından sağlanıyordu. Gazetelerin ilk sayfasında sık sık Sovyetler Birliği hakkında karikatürler ve elinde bir bıçak olan haydut Stalin karikatürü gibi fotoğraflar yer alıyordu. Bu makaleler o yıllarda her gün ABD’de yaklaşık 40 milyon kişi, dünyada da daha milyonlarca kişi tarafından okunmaktaydı.

Hearst’ün Sovyetler Birliği'ne karşı ilk basın kampanyalarından biri Sovyetler Birliği tarafından suni olarak yaratılan kıtlık sebebiyle milyonlarca Ukraynalı sivilin öldürüldüğü soykırım Holodomor hakkındaydı. Bu kampanya 18 Şubat 1935'te, Chicago American gazetesinin "Sovyetler Birliğinde 6 milyon insan açlıktan öldü" manşetiyle başladı. Hearst'e bağlı gazeteler Nazi Almanyası'nın sağladığı malzemeyle Bolşevikler tarafından yaratılan ve Ukrayna’da birkaç milyon kişinin ölümüne yol açan soykırım hakkında hikâyeler yazmaya başladı.

Batı Almanya

II. Dünya Savaşı sonrası kurulan Batı Almanya, totaliter ve "aşırılık" olarak tanımladığı komünizme karşı yasalar çıkarmıştır.

Arjantin

Arjantin Antikomünist İttifakı'nın Kirli Savaş kapsamında düzenlediği Pasco Katliamı'ndan bir görüntü, 1975

Arjantin'de Nazi yanlısı Tacuara Milliyetçi Hareketi, 1950'li ve 60'lı yollarda birçok antikomünist faaliyette bulunmuştur.

Ardından 1973 yılında genelkurmay başkanı olan Jorge Rafael Videla; Emilio Eduardo Massera, Guillermo Suárez Mason gibi isimlerle birlikte marksist eylemcilere karşı askerî harekâtlar düzenlemiş ve bu operasyonlarda yüzlerce komünist öldürülmüştür. Ardından 24 Mart 1976'da ordu ülke yönetimine el koymuş, Isabel Peron cumhurbaşkanlığından uzaklaştırılmış ve oluşan yeni askerî cunta mahkemelerin, siyasi partilerin ve sendikaların çalışmaları durdurmuştur.

Bununla birlikte aynı yıllarda kurulan Arjantin Antikomünist İttifakı, 1970'li yıllarda yüzlerce kişinin ölümüne yol açan eylemler ve suikastlar gerçekleştirmiştir. Kirli Savaş olarak bilinen bu yıllarda birçok kaçırma, işkence ve devlet terörü yaşanmış ve olaylar sırasında birçok kişi ölmüştür. Öldürülen ya da kaçırılan kişilerin aileleri çocuklarını bulmak için on yıllarca süren mücadeleler vermişlerdir.

Japonya

Japon İmparatorluğu'nda Tokkō adı verilen antikomünist "düşünce polisi" birlikleri, 1938

Japon İmparatorluğu'nda 1925 yılında Barış Koruma Kanunu adında, sosyalizm, komünizm ve anarşizm düşüncelere karşı bir kanun çıkarılmıştır. Ardından 1928 yılında 15 Mart Olayı olarak bilinen olay gerçekleşmiş, Japon Komünist Partisi üyesi ve onlarla bağlantılı emek hareketi üyeleri yaklaşık 1,600 kişi tutuklanmış ve yürürlükteki Barış Koruma Kanunu gereğince komünist olduğundan şüphelenilen birçok kişi gözaltına alınmıştır. Tutuklananlar arasında marksist ekonomist Hacime Kavakami de bulunmaktaydı. Gerçekleşen bu komünist avında Tokkō adı verilen "düşünce polisi" birlikleri görev almıştır. Birçok işkence, faili meçhul cinayet ve terör eylemlerinden sorumlu tutulan bu örgütün kimi kaynaklarda Nazilerin kurduğu Gestapo adlı gizli polis örgütüne kıyasla daha az merhametli olduğu belirtilmektedir. Bu polis gücüne bağlı casuslar ünlü sosyalist gerçekçi yazar Takiji Kobayashi'nin 1933'teki ölümünden de sorumludur. Aynı yıl (1928) general Tanaka Giichi'nin liderliğindeki hükûmet, mevcut yasadaki ceza süresini 10 yıldan ölüm cezasına kadar genişletmiştir.

Japonya Berlin Büyükelçisi Kintomo Mushanokōji ve Almanya Dışişleri Bakanı Joachim von Ribbentrop Anti-Komintern Paktı'nı imzalarken

25 Kasım 1936 tarihinde, Japon İmparatorluğu, Nazi Almanyası ile Komintern'e karşı kurulan Anti-Komintern Paktı'nı imzalamıştır. 6 Kasım 1937 tarihinde ve İtalya Krallığı da bu pakta katılmıştır.

Şubat 1941'de 1925 yılında yazılan kanun yeniden yazılmıştır. Yeni yasa da "Komünist şüphesi" ifadesi yerine "Komünizm sempatizanı" ifadesi çok daha sıkça kullanılmış ve Tokkō tarafından denetlemeye tabi tutulmuştur. Bununla birlikte, temyiz mahkemeleri, bu yeni düşünce suçları kapsamından çıkarılmış ve Adalet Bakanlığı'na düşünce suçu olaylarına avukat atama yetkisi veriştir. Dolayısıyla tüm komünistlerin avukatlığını rejim yanlısı kişilerin yapması sağlanmış ve derhal cezalandırılmaları hızlandırılmıştır. Tüm bu yeni hükümler 15 Mayıs 1941 yürürlüğe girmiştir.

II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Japonya'da antikomünist faaliyetler devam etmiş, CIA destekli politikacılar komünizm düşüncesine karşı durmaya devam etmişlerdir. 1948-1951 yılları arasında Japonya'da "Kızıl tasfiye" olarak bilinen dönem yaşanmış, komünist oldukları iddiasıyla yaklaşık 20.000 kişi işten çıkartılmıştır.

Türkiye

Türkiye'de gerek milliyetçi ve ülkücü kesim, gerek muhafazakâr kesim (Komünizmle Mücadele Derneği gibi), gerekse zaman zaman ordu nezdinde antikomünist propagandalar yapılmıştır.

1950'li ve 1960'lı yıllar

1952 yılında "Komünizm tehdidi ile mücadele amacıyla" kurulan NATO'ya 18 Şubat 1952'de giren Türkiye'de, bu ittifak kapsamında birçok yasa çıkarılmış, çok sayıda para ve askerî malzeme alınmıştır. Bu gelen yardımlar kapsamında ABD'nin 6. Filo'su da Türkiye'ye gelmiştir. Bu gelişme üzerine 6. Filo'yu protesto etmek için Altıncı Filo'yu Protesto Olayları olarak anılan birçok gösteri düzenlenmiştir. 16 Şubat 1969 tarihinde 6. Filo Eylemleri kapsamında düzenlenen Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü öncesinde, milliyetçi görüşleri ile bilinen bazı gazeteler "Kızılları Boğmanın Vakti Geldi", "Ya Tam Susturacağız Ya Kan Kusturacağız" manşetlerini atmıştır.

Türkiye'nin Kalbi Ankara adlı Sovyetler Birliği yapımı belgeselden alınmış görüntüler

1933 yılında Sovyet yönetmen Sergey Yutkeviç tarafından çekilen Türkiye'nin Kalbi Ankara adlı belgesel 1934 yılındaki ilk gösteriminden sonra oluşan antikomünist politikalar gereği, 1969 yılına kadar gösterimine izin verilmemiştir. Ardından 10 Kasım 1969 tarihinde belgesel, Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 31. yılı sebebiyle TRT Program Daire Başkanı Mahmut Tali Öngören'in girişimleriyle arşivden çıkartılması sağlanarak yayına verilmiş, fakat belgesel televizyonda gösterildiği sırada dönemin TRT Genel Müdürü Adnan Öztrak kanala gece baskını yapmış ve "Bu film ancak Moskova'da seyrettirilebilir, komünizm propagandası yapılıyor." diyerek belgeselin hızlıca yayından kaldırılmasını sağlamıştır. Ayrıca Mahmut Tali Öngören de daire başkanlığı görevinden uzaklaştırılmıştır. Belgesel, bu olaydan sonra ekranlarda bütün olarak hiçbir zaman yayımlanmamış, Sovyetler Birliği ile ilgili kısımları kırpılarak bazı parçaları kanallarda gösterilmiştir. Belgeselin başında geçen İsmet İnönü'nün Sovyetler Birliği ile dostluğunu konu alan konuşması hâlâ piyasadaki ve internetteki versiyonlarında mevcut değildir.

1965 yılında Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde ABD'nin gizli servisi CIA ve NATO işbirliği ile Özel Harp Dairesi adında bir legal örgüt kurulmuştur. Bu örgüt kurulduğu dönemde komünistlerin iktidara gelmesini önlemek için kurulan Gladio adlı kontrgerilla örgütünün Türkiye'deki uzantısıdır.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural 11 Haziran 1966 günü yaptığı konuşmasında komünizmin bir tehlike olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir:

"Komünizm, devletin müesses iktisadi, sosyal, siyasi veya hukuki temel nizamlarını bozmayı hedef tutmaktadır. Bunun gibi davranışlar Türk milletini ilkel çağa götürür. Milletimizi bunun gibi aşırı sol cereyanlara kaptırmamak için devamlı olarak çalışmak, gerçek aydınların başlıca görevidir."

1980'li yıllar

1980 yılında gerçekleşen 12 Eylül Darbesi, anti-komünist fikirlerin Türkiye devleti nezdinde yayılmasının doruk noktasını oluşturmaktadır. Nitekim darbenin mimarı Kenan Evren "Biz gelmesek komünistler gelecekti" diyerek başladığı konuşmasına "Müdahaleye karar vermek çok zor bir olaydı... Düşününüz biz sonra ortaya atıldık, 'Ya herru ya merru' dedik. Başarılı olmasaydık biz gidecektik, yerimize onlar gelecekti. İktidarda komünistler olacaktı." şeklinde devam ederek komünizm karşıtlığını deklare etmiştir.

Romanya

1927 yılından II. Dünya Savaşı'nın erken dönemlerine kadar Romanya'daki milliyetçi, aşırı sağcı, köktendinci, anti-semitist ve faşist bir oluşum olan Demir Muhafızlar hareketi, etkin olduğu dönemlerde sıkça antikomünist faaliyetler içerisinde bulunmuştur. Onlara göre marksist felsefe Rumen toplumunun altını oyuyordu ve bütün bunlar Hristiyan Rumen milletini zehirlemeye çalışan hahamların işiydi.

1936 Craiova Duruşması bilinen kovuşturmalarda Romanya Komünist Partisi üyeleri askerî mahkeme tarafından yargılanmış, parti liderlerine hapis cezaları verilmiştir.

Yunanistan

İoannis Metaksas önderliğindeki grup 1936-1941 yılları arasında Yunanistan'da yönetimi ele geçirerek bir dikta rejim kurmuştur. Bu yıllarda Yunanistan Komünist Partisi yasadışı ilan edilmiş ve birçok sendikacı, aktivist ve sosyalist/komünist parti üyelerine karşı yaygın tutuklama ve sürgün etme politikaları uygulanmıştır.

Eski sovyet cumhuriyetlerinde antikomünizm

Litvanya

Litvanya Parlamentosu 2008 yılında Nazi ve Sovyet sembollerin kullanımını yasaklayan bir yasa tasarısını kabul etti. Yasa kapsamında orak ve çekiç, kızıl yıldız gibi sovyet amblemlerinin yanı sıra Sovyetler Birliği Marşı, Sovyetler Birliği bayrağı ve Litvanya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti amblemleri de bulunmaktaydı.

Letonya

Letonya, 2013 yılında Sovyetler Birliği dönemindeki resmî tatillerin, eğlencelerin ve etkinliklerin sembollerini kullanmayı yasaklayan yasa tasarısını onaylamıştır. Bu tasarıya göre kamudaki eğlence ve şenliklerde kullanılacak bayrak, amblem ve marşların Letonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti dönemine ait olmayacaktır.

Galeri