Fâtımîler

bilgipedi.com.tr sitesinden
Fatımi Halifeliği
909–1171
Fatımi devletinin evrimi
Fatımi devletinin evrimi
Sermaye
  • Rakkada (909-921)
  • Mehdia (921-948)
  • el-Mansuriye (948-973)
  • Kahire (973-1171)
Ortak diller
Din İsmailî Şia (Devlet dini)
HükümetHalifelik
Halife 
- 909-934 (ilk)
Abdullah al-Mahdi Billah (kurucu)
- 1160-1171 (son)
Al-Adid
Tarihsel dönemErken Orta Çağ
- Ağlababiler'in Devrilmesi
5 Ocak 909
- Fatımilerin Mısır'ı fethi ve Kahire'nin kuruluşu
969
- Selahaddin tarafından devrilmesi
17 Eylül 1171
Alan
9694.100.000 km2 (1.600.000 sq mi)
Para BirimiDinar
Öncesinde Tarafından başarıldı
Abbasi Halifeliği
Aghlabid Emirliği
Ikhshidid Wilayah
Tahert Emirliği
Eyyubi Sultanlığı
Haçlı Devletleri
Sicilya Emirliği
Zirid Emirliği
Hammadid Emirliği
Selçuklu İmparatorluğu
Sulayhids
Mekke Şerifliği

Fatımi Halifeliği, MS onuncu yüzyıldan on ikinci yüzyıla kadar varlığını sürdürmüş bir İsmaili Şii halifeliğiydi. Kuzey Afrika'da geniş bir alana yayılmış olup batıda Atlas Okyanusu'ndan doğuda Kızıldeniz'e kadar uzanmaktaydı. Arap kökenli bir hanedan olan Fatımiler, soylarını Muhammed'in kızı Fatıma ve ilk Şii imam olan kocası Ali b. Ebi Talib'e dayandırmaktadır. Fatımiler, farklı İsmailî toplulukların yanı sıra İran ve komşu bölgeler de dahil olmak üzere diğer birçok Müslüman topraklarında da meşru imamlar olarak kabul edilmiştir. Abbasi Halifeliği döneminde ortaya çıkan Fatımiler Tunus'u fethetmiş ve "el-Mehdiyye" (Arapça: المهدية) şehrini kurmuşlardır. Şii hanedanı Afrika'nın Akdeniz kıyılarındaki toprakları yönetti ve nihayetinde Mısır'ı hilafetin merkezi haline getirdi. Halifelik en güçlü döneminde Mısır'ın yanı sıra Mağrip, Sudan, Sicilya, Levant ve Hicaz'ın çeşitli bölgelerini de kapsıyordu.

902 ile 909 yılları arasında Fatımi devletinin kuruluşu, İfrikiye'yi fethederek Halifeliğin kurulmasına zemin hazırlayan da'i (misyoner) Ebu Abdullah'ın önderliğinde Kutama Berberileri tarafından gerçekleştirildi. Bu fetihten sonra, Abdullah el-Mehdi Billah Sijilmasa'dan kurtarıldı ve daha sonra hareketin İmamı olarak kabul edildi ve 909'da ilk Halife ve yönetici hanedanın kurucusu oldu. 921 yılında el-Mehdiyye şehri başkent olarak kurulmuştur. 948'de başkentlerini Kayravan yakınlarındaki el-Mansuriyye'ye taşıdılar. 969 yılında, el-Mu'izz döneminde Mısır'ı fethettiler ve 973 yılında halifelik yeni başkent Kahire'ye taşındı. Mısır, yeni ve "yerli bir Arap" kültürü geliştiren imparatorluklarının siyasi, kültürel ve dini merkezi haline geldi. İlk fetihlerinden sonra halifelik, İslam'ın Şii olmayan mezheplerinin yanı sıra Yahudilere ve Hıristiyanlara karşı bir dereceye kadar dini hoşgörüye izin verdi. Ancak liderleri Mısır halkını kendi dini inançlarını benimsemeye ikna etme konusunda çok az ilerleme kaydetmiştir.

Aziz ve el-Hakim'in saltanatlarından sonra, el-Mustansır'ın uzun saltanatı, halifenin devlet işlerinden uzak kaldığı ve vezirlerin daha büyük önem kazandığı bir rejimi sağlamlaştırdı. Ordu içindeki siyasi ve etnik hizipçilik 1060'larda imparatorluğun bekasını tehdit eden bir iç savaşa yol açtı. Vezir Bedir el-Cemali (ö. 1094) dönemindeki bir canlanma döneminden sonra Fatımi halifeliği on birinci yüzyılın sonları ve on ikinci yüzyıl boyunca hızla geriledi. İç zorluklara ek olarak, halifelik 1070'lerde Selçuklu Türklerinin Suriye'ye girmesi ve 1098'den sonra Haçlıların Levant'a gelmesiyle zayıfladı. Selahaddin 1171'de hanedanın yönetimini ortadan kaldırdı ve Mısır'ı Abbasi Halifeliği'nin nominal yetki alanına dahil eden Eyyubi hanedanını kurdu.

Fâtımîler kendilerine verilen Fâtımî adının, Muhammed bin Abdullah'ın kızı ve Ali bin Ebu Talib'in eşi Fatıma Zehra'dan geldiğini iddia etmişlerdir. Fâtımî Devleti'nin Kuzey Afrika'da, Cezayir'de bulunan Berberî kavminin Kutama aşireti içinde doğduğu da belirtilmektedir. 909'da Fâtımîler devletlerinin başkenti olarak Tunus'ta Mehdiye şehrini seçmişlerdir. 948'de başkentlerini Mehdiye'den Mansuriye'ye naklettiler. 969'da Mısır'ı ellerine geçirdiler ve burada Kahire şehrini kurdular. Kahire bundan sonra Fâtımîler Devleti'nin başkenti oldu ve Mısır ülkesi de devletin siyasi, kültürel ve dinsel merkezi haline geçti.

Fâtımîler Devleti'ni idare eden en üst elit grup ve bu devleti idare eden hanedanın üyeleri Şii meşrebinin İsmailî mezhebine bağlı idiler. Bu devleti idare edenler Şii olmakla beraber kendilerini Halife olarak ilan etmişlerdir. Onların Halifelik unvanları Sünniler tarafından da kabul edilmiştir. Dört Halife döneminde son halife olan Ali bin Ebu Talib'in halifelik döneminde olduğu gibi Fâtımîler Devleti hükümdarlık döneminde Ali'nin ahfadı Peygamber'in kızı Fatma'dan gelen Şii meşrepliler Halife olarak büyük bir Müslüman (Şii ve Sünni inançlı) nüfusu idare etmişlerdir. Bu nedenle Fâtımîler terimi sadece Şii meşrepli kişilere nitelendirmemekte ve Fâtımîlerin hüküm sürdüğü arazilerde yaşayan ve bu ülkeleri idare eden Fâtımî halifelerinin tebası olan her Müslümanı (ve Müslüman olmayanları) da nitelendirmektedir.

Fâtımîlerin Şii meşrepli halifeleri genellikle, İsmailî mezhebine dahil olmayan Müslümanlara karşı büyük derecede tolerans göstermişlerdir. Aynı şekilde Müslüman olmayanlara (yani Yahudiler, Kıptî Hristiyanlar, Suriye ve Filistinli Hristiyanlar ve Malta adası Hristiyanlarına) karşı da genellikle gayet hoşgörülü davranmışlardır. Fâtımîler, kuruluş ve gelişme dönemlerinde özellikle askerî ve politika alanlarında Kuzey Afrikalı Berberî kavimlerine dayanmaları ile tarihsel bir önem kazanmışlardır.

Fakat 11. yüzyılın sonlarında ve 12. yüzyılda Fâtımî Devleti gayet hızlı bir çöküş göstermiştir. 1160'lı yıllarda Suriye'deki Zengiler Devleti'nden istedikleri yardım dolayısıyla Mısır'a gelen General Şirkuh tarafından kısa bir süre için idare edilmelerinden sonra onun ölümü ile yerine geçen yeğeni Selahaddin Eyyubi tarafından son Fâtımî halifesi 1171'de tahttan indirilmiş; Fâtımî Devleti'nin idaresi elimine edilerek yerine Sünni Müslüman olan Eyyubiler hanedanı devlet kurmuştur. Eyyubiler, Fâtımîlerin halifeleri yerine eskiden Bağdat'ta bulunan Abbasilerin ahfadından olan bir kişiyi halife olarak tayin edip ona hiç politik güç vermeden Müslümanların dinî lideri olarak kabul edilir.

Fatimî ordu yapısında kayda değer sayıda türk asker bulunmaktaydı. Hatta Fatimilerin çöküşünde büyük rol oynayan ve Fatimiler'den sonrasında aynı bölgelerde hüküm sürecek olan Memlükler aslında Fatimî ordusunun Türk askerleri tarafından kurulmuş bir devlettir.

Fatımiler Devletinin ortaya çıkıp gelişmesi

Fatımiler'in kökenleri

Fatimi Devleti'nin dini temelini oluşturan ideoloji İsmaili Şiiler arasında Suriye'de Sekizinci İsmâilîyye İmâmi Ahmed El Vafı tarafından çıkartılan Yedici İmâmet itikadıdir. Sekizinci İsmâilîyye İmâmi Ahmed El Vafı, İsmâ‘îl bin Câfer el-Mûbarek’in oğlu Yedinci İmâm olan "Muhammed bin İsmâ‘îl eş-Sâkır" ile devam ettiğine ve onun ceddinin Dördüncü Hâlife ve Birinci Şia imâmi olan Ali Bin Ebu Talip'in ve eşi Muhammed’in kızı Fatıma bint Muhammed olduğunu kabul ederler. Bu nedenle kurulan İsmailiyye Şii devleti "El-Fatimayyun" yanı "Fatimi Devleti" ismini almıştır. İsmâilîyye/Mustâlî/Davudî İsmailîlik itıkadına göre dokuzuncu imamdan onbirinci imama kadar olan imamlar (Dokuzuncu İmam Ahmed bin ʿAbd Allâh bin Muhammed et-Takî; Onuncu İmam Ḥüseyn ibn Aḥmed ibn Abd Allāh al-Razī ve Onbirinci İmam Ubeydullâh el-Mehdî Billâh) "gizlenen imam" olarak kalmışlar ve Abbasiler aleyhine ittikadlarının geliştirme kavgası yapmışlardır.

İmam El Mehdi imamlık doneminde Şii mezhebinin İsmaililiye itikadını yaymak için özel yetiştirilmiş da'iler kullanılmakta idi. Bu da'ilerdan biri Abdullah el-Şii idi. Bu kişi mezhebini yaymak için Hicaz'a Mekke'ye Hacca gitmişti. Burada İfrikiye'den gelmiş Berber asıllı bir grup ile karşılaştı ve bunlar arasına yerleşti. Bu grup Berber kendilerinin batı İfrikiye'de yerleşik Berber Katama kabilesinden olduklarını ve bu bölgeyi idaresi altında tutan Aglebiler rejimine tümden düşman olduklarını ve direnişe geçerek nasıl fiilen tümden Ağlabilerden bağımsızlık kazandıklarını böbürlenerek anlatmakta idiler. Bu merkezi Sünni idaresinden hoşnutsuzluk ve kabilenin bağımsızlığı da'i Abdullah el Şii'nin tam istediği politik atmosferdi. Abdullah el-Şii bu Berber grup ile birlikte İfrikiye'ye Katama kabilesinin yaşadığı bölgelere gitti. Buralarda Aglabiler idaresinden gayet hoşnutsuz ve bağımsızlık kazanmış Berberler arasında İsmailiyye Şiilik propagandası yapmaya başladı. Ağlabiler rejimi yıllarca politika ve yönetimde gayet yozlaşmış şekilde Berber tarımcı köylüleri sömürmekte idi. Berber köylüler, özellikle Katama kabilesi mensupları, tümden İsmailliye Şiilik mezhebini kabul ettiler ve da'i Abdullah el Şii onların politik yöneticisi ve askeri komutanı oldu. Fakat Abdullah el-Şii bu yönetim ve komuta görevinin Suriye'de saklı bulunan 11. İmam Ubeydullah el-Mehdi adına kulladığını açıkça ilan etmişti. Abdullah el-Şiii kendi mezhebine dönüştürdüğü Berberlerden bir ordu kurdu ve bu ordu başarılar kazandıkça gittikçe büyüdü. Bu Berber ordusu ile Abdullah el-Şii Ağlabilere bağlı şehirleri de eline gecirmeye başladı. Önce Mila, sonra Setif ve Kayrevan ve ne sonunda Ağlabiler başkenti olan Kayrevan yakında saray ve başkent şehir olan Rakkada bu Şii Berberi ordusunun eline geçti.

Babasını takiben 11. İmam Ubeydullah el-Mehdi Suriye'de Salamiye'de gizli olarak yaşamakta iken etrafa İsmailiyye Şiii yaymaya çalışmakta iken Sünni olan düşmanlarının devamlı baskısı altında bulunmakta idi. Suriye'de Abbasiler tarafından İsmailileri tümüyle ortadan kaldırmak amaçlı bir kampanya uygulanmakta idi. Sonunda Ubeydullah el-Mehdi bir tüccar sahte hüviyeti kullanarak uzun bir yolculuktan sonra Mısır üzerinden karadan İfrikiye'ye erişti.

Fas'ta Sijilmasa'ya gelip yerleşip kendini bir tacir gibi saklayıp bu bölgede bulunan halkı kendi itikadına dönüştürme kampanyası başlattı. Ubeydullah El Mehdi'nin yaymak istediği Şii mezhebinin İsmaili ittikadının inançları Sünni mezhebi inançlıları tarafından gayet değişik ve adetlere uymaz olarak karşılandı. Bu bölge Aglabiler hükümdarı III. Zıdat Allah da İsmaili inançlarından hoşlanmadığı için çok geçmeden Ubeydullah el-Mehdi burada tutuklandı. Zaten bu hükümdarın ismen bağlı olduğu Bağdat'taki Sünni Abbasiler halifesini kökünden yıkma amaçlı olarak görülmekteydi ve benzer elemine etme kampanyası bu sefer Ifirikiyye'de de İsmailiyye mezhebini kabullenen Berberlere de uygulanmaya başladı.

Şii İsmailliye mezhebinden olanların arasında yaygın bir efsanevi beklenen mucize hikâyesine göre Ubeydullah El-Mehdi ve oğlu Mezopotomya bölgesinden Sijilmassa'ya gelmesi beklenen kutsal birer Mehdi idiler. Ubeydullah ve oğlu Sicilmassa halkı içinde dört yıl Arap asıllı Midrar aşiretinden olan idarecilerin, özellikle Prens Yasa'nın, gözüne görünmeden yaşadılar.

909'da Katama kabilesi ordusu başında olan dai Abdullah el Şii büyük bir askeri kampanya ile 11. İmam'ı Sijilmasa'dan kurtarma seferine başladı. Bu seferin başlangıcında bu büyük Sii ordusu Hariciler'in Tahert'te kurulmuş olan devlete karşı herekata geçip bu Hariciler devletine saldırıda bulunup bu devleti yıkmayı başardılar. Bundan sonra büyük Şii ordusu Sijilmasa'ya yürüdü ve burayi eline gecirip 11. İmam Ubeydullah El Mehdi'yi hapissten kurtardi. Şii ordusunun komutanı da'i Abdullah el Şii kurtardığı 11. İmam Ubeydullah El Mehdi'ye biat etti. Ebu Abdullah Şii ordusunun ve hükmü altında bulunan arazilerin hepsinin idaresini Ubeydullah El Mehdi'ye devretti. Bundan sonra Ubeydullah El Mehdi kendini kurmuş olduğu Fatimiler Devleti'nin ilk halifesi ve açık Onbirinci Mustâ‘lîyye/Nizâr’îyye Sîʿa İsmâ‘îlî İmâmı olarak ilan etti.

İfrikiye'de kurulan bu Fatimiler Devleti'nin ilk halifesi olan Abdullah El-Mehdi 921'de kendi adını verdiği Mahdiyya adlı bir şehir kurup bu şehri yeni devletin başkenti yaptı. Bu yeni başşehrin kurulduğu mevkii deniz kenarında idi ve üzerinde kurulduğu burunda antik Fenikelilerin bir yerleşkesi olup o zamandan beri yüzyıllarca bu mevkinin stratejik askeri önemi haiz bir yerleşke olarak kullanılması idi.

Fatımiler Devleti'nin genişlemesi

Fatımiler Devleti büyümeye başladı. Önce Sicilya adasını içine aldı. Kuzey Afrika'da Atlas Okyanusu kıyılarından Kibta'ya kadar arazilerin yönetimini üzerine aldı. Ubeydullâh El Mehdi'nin üzerinde hüküm sürdüğü araziler üzerinde günümüzde Fas, Cezayir, Tunus ve Libya ülkeleri bulunmaktadır. Tüm bu arazileri Tunus'ta yeni yaptırdığı başkenti olan Mehdia'dan yönetmekte idi. Fatimi Halife -İmamları olan El-Mansur Nasrillah (h. 946-953) ve El-Muizz Lainallah (h. 953-975) Fatimiler halifeleri olarak hüküm süre dönemlerinde önce başkentleri Kayrevan'dan; sonra Tunus yakınlarında bulunan (kurucusu olan "Mansur" lakaplı "İsmail Ebu Tahir İsmail Billah"'in lakabına atıfla) Mansuriye adı taşıyan başkentten devlet idaresini devam ettirdiler.

Mısır o zaman ismen Bağdat'ta bulunan Abbasiler Devleti'ne bağlı olan ama gerçekte her şekilde bağımsız olan İksitler tarafından yönetilmekte idi. Fatımiler birkaç kere bu ülkeye ele geçirmek için saldırılar yapmışlardı ama başarı kazanamamışlardı. Fatımiler halifesi El-Muizz La Dinallah adına ünlü Fatimi generali Cevher es-Sıkıllî 959'da Mısır'ı eline geçirdi. Cevher o zaman Mısır'ı idare etmekte olan İkşitliler devletini ortadan kaldırdı. Cevher es-Sıkıllî İfrikiye'de bulunan Halife Muizz Li-Dinillah'ın naibi olarak 969-973 döneminde Mısır'da hüküm sürdü. Bu dönem Mısır'da Fatimiler tarihinin en önemli dönemlerinin başında olduğu kabul edilmektedir.

Cevher İfrikiye'de bulunan halife Muiz'in talimatına uyarak klasik Fustat şehri kuzeybatısında yeni bir saray şehri olarak (aynı ismi taşıyan diğer bir şehir olarak) Mansuriye ismini de tasiyan bir başkent şehri inşa ettirdi. Kahire ismi "kahır" sözcüğünden geliştirlmiş olup Mars gezegenine atıfla verildiği iddia edilmektedir. Anlatıldığına göre Kahire şehri Fatımiler tarafından kurulmakta iken gök kubbede akşam "Mars" gezegeni gayet bariz olarak görünmekte idi. Kahire yaptırıldığı zaman Fatımi halifesi sarayı olarak ve bu halifenin muhafızı orduyu barındırmak için bir hükümdarlık mahalli olarak öngörülmüştü.

Bir Şii İsmailiyye imamının adına halkın çoğunluğu Sünni olan Mısır'da naiplik ile hüküm süren Cevher es-Sıkıllî döneminde Mısır'da bazı önemli değişiklikler yapıldı. Mısır'da verilen hutbelerden Abbasiler halifesinin ismi çıkartıldı ve yerine Fatımiler halifesi Muizz Li Dinillah'ın adı ikame edildi. Abbasilerin sembolü olan siyah renk değiştirilip Fatımiler sembolü rengi olan beyaz kabul edildi. Böylece mescit ve camilerde vaiz ve hatiplerin beyaz renkli cübbeler giymeleri şartı konuldu. Cevher'in devlet hükmü ile şu dinsel değişiklileri de uygulamaya başlattı: Ramazan ayının ve Ramazan Bayramı'nın tespit edilmesi ayın hilalinin gözümlemesi ile yapılmaya başlanması; müezzinlerin ezanda "hayye ala hayri;'amel" ibaresini ek olarak söylemeleri; namaz kıldıran imamların besmeleyi açıktan okumaları; Cuma namazı ikinci rekatında "kunut duaları"nın okunması.

Ekonomik alanda da Cevher önemli reformlar yaptı. Mısır'da köprülerin onarılıp ve yeni köprüler yapılması için büyük devlet harcamaları yaptı. Cevher devlet gelirlerini artırmak için toprak kullanımı vergisini "bir fidan alan arazi için" 3.5 dinardan 7 dinara yükseltti ve toprak sahiplerinden alınan sahiplilik ücretlerini (kabaletu'l-arazf) de artırdı. Mısır'da para reformu uygulamaya başladı. Mısır'da kullanılan "ed-dinaru'r-radi" ve "eddinaru'i- ebyaz" olarak anılan altın dinar sikkesi yerine İfrikiye'de geçerli daha yüksek ayarlı altın ihtiva eden "ed-dinaru'l-Muizzi" adıyla anılan yeni altın dinar sikkeleri bastırdı.

Fatımiler egemenlik alanlarını Abbasilerin bulunduğu tüm arazilere genişletmek; bu alanlarda egemen olan Buveyhîler idaresine ve Abbasiler hilafetine son vermek ve Şii mezhebini yüceltmek amaçlı idiler. Bu amacı geliştirmek için Cevher Suriye'ye Mısır'dan büyük bir Fatımi ordusu ile istila için sefer açtı ve Suriye'yi istila etti. Fakat 31 Ağustos 971'e Fatımilerin Suriye bölgesi emiri olan olan Cafer bin Fellah Şam yakınlarında o bölgede egemenlik iddiasında olan Karamatiler ile yaptığı bir muharebede yenik düşüp öldürüldü. Böylece Fatımiler'in Suriye'de egemenliği son buldu ve Karmatiler tüm Suriye ve Filistin'i ellerine geçirip Mısır'a doğru ilerlediler. Hatta Fatımiler onların Kahire'ye ilerlemelerinden korkmaya başladılar.

Cevher 973'te şartlar daha iyiye gittiğinde İfrikiye'de bulunan Fatımiler Halifesi Muizz Ladinallah'ı Mısır'a gelmeye çağırdı. Halife Muizz tüm mal varlığı ile Mısır'a göç etti. İfrikiye'nin Fatımilere bağımlı olarak yönetimi Berberi asıllı Beni Ziri sülalasıne verildi. Bu sülalenden ilk İfrikiye valisi olan Yusuf Bulukkin bin Zırı'nın kurduğu bağımlı devlet Zîrîler olarak anılmaya başlandı. Sicilya'ya Beni Kelb kabilesinden bir Arap aile; Trablus'a da Abdullah bin Yahlif ei-Kutamı vali ve bağımlı devlet hükümdarı olarak tayin edildi. Bulukkin, Zendler ile mücadele etti. Sebte'ye kadar bütün Mağrib'i zaptetti.

973'te Mısır'a gelip yeni şehrinde yeni sarayına yerleşen Muizz Li Dinilah ilk iş olarak Cevher'e büyük iltifatlar ve övgüler vererek onu naiplip görevinden uzaklaştırdı. Yerine Yahudilikten dönme Yâkup bin Killis'i getirdi. Bin Killis'in mali işlerde yardımcılığı Uslüc bin Hasan'a verildi. Bu iki devlet yöneticisi Mısır'daki Fatımi idaresinin düzenlenmesi ile uğraşmaya başladı. Halife Muizz 973-975 döneminde bundan sonra Fatımiler Devletinin başkenti olarak kabul edilen Kahire'den hüküm sürmeye başladı. Bu tarihten sonra 1169'a kadar Fatımiler devletinin gerçek idari ve ekonomik merkezi 1169'a kadar Fustat ve diğer şehirlerde idi.

975'te Halife Muizz öldükten sonra yerine geçen oğlu El-Aziz Billah babasının doğuya önem veren stratejisini devam ettirdi. Onun halifelik döneminde bu strateji Fatımiler'in Orta ve Güney Suriye, daha sonra da Halep emirlikleri üzerindeki nüfuzunu güçlendirme amaçlı idi. Suriye'yi ele geçirilmesini diğer Müslüman arazileri, özellikle Sünni Müslümanlığın merkezi olarak görülen Bağdat'ın, ele geçirilip kontrolünün ön şartı olarak görmekteydiler. Halife Aziz Billah, imtiyazlı durumlarını kaybetmekten korkan Berberilerin buna karşı çıkacağını bilmesine rağmen, bu amaçla doğu müslüman bölgelerinden, özellikle Türk'lerden ve Deylamiler'den, asker toplayıp yeni bir ordu kurmaya başladı.

Mısır'ı ellerine geçirdikten sonra Fatımiler Akdeniz etrafında ve Kızıl Deniz etrafında fetihlerine devam ettiler. En geniş sınırları içinde doğuda Suriye'den batıda Tunus'a kadar Akdeniz kıyılarını, yani Kuzey Afrika, Sicilya, Filistin, Ürdün, Lübnan, Suriye'yi ihtiva etmekte idi. Ayrıca Afrika'da Kızıl Deniz kıyıları; Arabistan yarımadasının batısı da Kızıl Deniz kıyıları olan Timaha; Hicaz ve Yemen'i de içine almaktaydı. Mısır, Fatımiler devleti arazilerinin iktisadi merkezi de olmuştu.

Fatımiler, Mısır'dan tüm sahillerine ve Hint Okyanusu kıyılarına yayılan gayet geniş ve büyük bir dış ticaret ağı kurmuşlardı. Fatımilerin ticaret ve diplomasi ilişkileri Song Hanedanı yönetimde bulunan Çin'e de yetişmekteydi. Bu ticari ve ekonomik yayılıp genişleme, sonunda yaklaşık 1001-1300 dönemini kapsayan "Yüksek Ortaçağ" döneminde, Mısır'ın gelecekteki ekonomik yörüngesini de tespit etti. Fatımilerin uzun mesafeli dış ticarete verdikleri önem (özellikle Mısır'da) Nil Nehri sulama sisteminin geliştirilmesini ihmal ederek tarım üretimini umursamayıp tarımın gerilemesine yol açmıştır.

Fatımi halifeleri, Kahire'deki doğu Fatımi sarayının güney ucunda, şu anda Han el-Halili pazarının bulunduğu yerde yer alan Turbat az-Za'feran ("Safran Mezarı") olarak bilinen bir türbeye gömülmüşlerdir. El-Mu'izz başkentini Kahire'ye taşıdığında İfrikiye'deki ilk Fatımi halifelerinin kalıntıları da buraya nakledilmiştir. Ancak türbe, 1385 yılında Memlük emiri Caharkas el-Halili tarafından yeni bir ticaret binasının (bugünkü pazara adını veren) inşasına yol açmak için tamamen yıktırılmıştır. Yıkım sırasında Caharkas'ın Fatımi kraliyet ailesinin kemiklerini şehrin doğusundaki çöp tepelerine attırarak onlara saygısızlık ettiği bildirilmektedir.

Fatımiler Devleti'nin kültürü ve yönetilmesi

O zamana kadar doğu ve güney Akdeniz'de kurulmuş devletlerin yönetimi içinde bir idarecinin ilerlemesi o kişinin yakınlarına ve cedlerine dayanmakta olmasına karşıt, Fatımiler devleti içinde bir idarecinin ilerlemesi şahsi yeteneklere ve liyakate göre olmakta idi. Bu nedenle devletin hükümdarı ve devlet idare prensiplerine göre resmen Şii Müslüman olmakla beraber diğer Müslüman mezhep (özellikle Sünni) mensupları da devlet yönetimi için önemli idareci rollerine seçilebilmektediydiler. Bu tolerans sadece diğer Müslümanlara değil, Hristiyanlar ve Yahudilere de gösterilmiş ve gayri-müslimler de yetenek ve liyaket gösterdikleri halde önemli ydevlet yöneticisi mevkilere getirilmişlerdi. Fatımiler halifelerinin orduları da Cenevizli tüccarların kuzey Karadeniz kıyıları ve Kafkaslardan köle olarak getirdikleri Çerkesler ve [[KıpçaklarKıpçak Türkleri tarafından oluşturulmuşlardı. Askeri görevde yetenek gösteren kölemenler de askeri rütbeler arasında yeteneklerine göre en yüksek rütbelere çıkabilmakteydiler. Ama bu tolerans Fatimiler devlet tarihi içinde zaman zaman gösterilmemiştir. Özellikle gayet toleranssız tutum için altıncı Fatimi Halifesi Hakim'in Hristiyanlara karşı gayet hoşgörüsüz davranması örnek olarak verilmektedir.

Fatımiler Devleti'nin askerî sistemi

Kahire'de Fâtımîler Hâlifeliği altıncı Halifesi EbûʿAlî el-Mansûr el-Hâkim bi-EmrʿAllâh tarafından yaptırılmış olan El-Hakim Camii. (Restore edilmiş hali).

Fatımiler ordusunun nüvesi genel olarak Fatımilerin Tunus'tan yürüyüşle Mısır'a getirdikleri Berberi aşiretlerinden Kutama aşiretinden olan toplanmış askerlerden oluşmuştu. Tunus Fatımiler devletinden ayrılmaya başlamasına rağmen Fatımiler ordusunun bu nüve birliklerinin niteliği değişmedi ve Berberi asıllı birlikler Fatımi ordusunun önemli bir kısmı olmayı korudular. Fatımiler Devleti Mısır'a başarı ile iyice yerleşince toplanan yerel askerlerden oluşan birlikler de Fatımi ordusuna katıldılar ama Mısır'da Fatımi devletinin bulunduğu dönemde bu yerel toplanan birlikler Fatımi ordusunda nispeten küçük bir rol oynadı.

Fatımiler ordusunda temelden değiştiren değişiklik 15. yüzyılı ikinci yarısı sonlarında Fatımilerin Suriye'ye fethetme girişimlerinden ortaya çıktı. Buralarda Fatımi ordusu Abbasiler halifelerinin kurdukları ve o devlete bölgelerinden önemli rol oynayan Türk asıllı askerlerin önemli rol oynadıkları ordularla karşılaştı. Bu Türk asıllı askerlerden oluşan orduların savaşma üstünlüğüne Fatımi ordusunun topladığı askerlerle karşı durmanın imkânsız olduğu hemen anlaşıldı. Fatımi halifelerinden Mansur ve Hakim dönemlerinde Türk asıllı askerlerden oluşan birlikler kurulup bunlara Fatımiler ordusunda önemli görevler verilmeye çalışıldı. Bundan sonra diğer kökenlerden birlikler de Fatımi ordusuna eklenmeye başlandı. Bunlar arasında Mısır'ın güneyinden toplanan Siyahi Afrikalı askerler ve Güney Kafkasya ve Doğu Anadolu'dan toplanma Ermeni asıllı askerler de önemli roller oynamışlardır.

Fatimi ordularının önemli bir niteliği de ordu birlikleri içlerindeki askerler benzer toplanma mevkilerinden gelmekte ve aynı ırktan olmalarıdır. Değişik ırktan olan askeri birliklere değişin tıp askeri görevler verilmekte idi. Örneğin Berberi asıllı askerlerden birliklere genellikle hafif süvari ve savaşçı piyade görevleri; Türk asıllı askerlerden oluşan birlikler ok atıcı süvariler ve ağır süvari birlikleri; siyahi Afrikalılar, Suriyeliler ve Araplardan oluşan birliklerin ise ağır piyade ve piyade okçuluk görevleri bulunmaktaydı. Arap olmayan ırklardan toplanmış olan askerlerin büyük bir kısmının hukuki hüviyetleri "kölelik" idi. Fatımi ordusunun birliklerini içlerinde etnik olarak homojen olması ve değişik ırktan birliklere değişik görevler verilmesi sadece Fatımi Devleti'nin askeri niteliği olmadı ve Fatımiler yıkılıp onların Mısır'da yerini alan diğer devletler de Fatımi ordusu niteliklerini aldılar.

Müslüman bölgeler ve halklar tehlikeler ve tehditler altında kalıp savunmaları gerektiğinde Fatimiler bütün askeri güç ve imkânlarını bu halkların savunmasına yöneltmişlerdir. Orndin Fatimi halifesi Muiz döneminde Bizans İmparatorluğu imparator I. Nikiforos tarafından yönetilmekteydi. İmparator Nikiforos eski Doğu Roma'ya ait olan arazileri geri almayı hedeflenmişti. Önce 961'de Girit'teki Müslüman Girit Emirliği ile savaşa girdi. Sonra Doğu Akdeniz'in kuzey sahilleri ve yakınlarında bulunan Tartus, El Masaisa, Ayn Zerbe gibi kale ve şehirlerini eline geçirdi.

Bu başarılarına bir neden de buralarda birbirine komşu bulunan Müslüman hükümdarlarının aralarının gayet kötü olması ve birbirleriyle devamlı silahlı mücadele içinde olmalarıydı. Bizans İmparatoru, Müslüman arazilerini yakıp yıkıp harabeye döndürme hedefindeydi. Uyguladığı taktik küçük köy ve kasabalara hücum etmek, yağmalamak, yakıp yıkmak, halkı yıldırıp korkutup yerleşkelerini ve arazilerini böylece bıraktırmaktı. Bir zaman sonra Bizanslı (belki Balkanlı) göçmenleri buralara yerleştirmeyi de planlamaktaydı. İmparator bunu Irak kuzeyinde ve Suriye kuzeyinde uygulamayı başarmıştı. Müslümanlar onun Suriye, Filistin, El Jezire, Diyarbakır, Kuzey Irak, Irak ve hatta Mısır'a gözlerini diktiğini anlamışlerdı. Fatimi orduları ve donanmalarına büyük gayretlerle ekler yapıp bunların harp eğitimlerine dikkat ve önem vererek bu Bizans tehlikesini karşı koyabildiler ve Bizans imparatorunun emellerini sıfıra indirdiler.

İç savaş ve devletin çökmesi

Orta Çağ Kahire'sinde kalan El-Azhar Camii.
Kahire'de Bedr el-Cemâli tarafından yaptırılmış Bab-ül-Futüh Kale kapısı

Değişik etnik unsurların değişik askeri görevlere verilmesi ile oluşturulan Fatımiler Devletinin ordusu genel olarak savaş alanında başarılı olmakla beraber, bu çeşit kurulan ordu Fatımi Devleti içişleri politikasına negatif aksi etkiler ortaya çıkardı. Önceleri gelenek olarak Fatımi ordusunda bulunan Berberi asıllı birlikler devlet içişleri politikasında önemli rol oynamaktaydı. Fakat Türk asıllılardan kurulan birlikler ordu içinde önem kazanmaya başlayınca, bunlar Berberlerin önemine karşı olmaya başladılar. 1020'li yıllarda ise Siyahi Afrikalılardan oluşturulan ordu birlikleri Berberi asıllı ve Türk asıllı birliklerin siyasi arenada üst rol oynamasına karşı gelip bunların politik etkilerini azaltmak için bir seri ayaklanmaya önayak olmaya başladılar.

1060'li yıllara gelince Mısır çok ciddi bir kuraklık ve açlıktan dolayı büyük bir buhran içine girdi ve bu buhranlı yıllarda değişik etnik unsurlardan oluşan değişik ordu birlikleri arasında daha önce bulunan zayıf bir denge ortadan kayboldu. Kaynakların çok az bulunur hale gelmesi ile bu az bulunur kaynakları kendi ellerine geçirmek için değişik etnik gruplara ait değişik ordu birlikleri arasında yapılan mücadele bir iç savaşa dönüştü. Bu iç savaşa Türk asıllı ile siyahi Afrika asıllı birlikler arasında yapılan çarpışmalar halinde oldu ve Berberi asıllı birlikler ise bazen bir tarafı bazen de diğer tarafı tutar olarak göründüler. Fatımi ordusunda bulunan Türk asıllı birlikler Kahire'nin büyük kısımlarını kendi kontrollerı altına aldılar ve şehri ve bu şehirde yaşayan Fatımi halifesini ellerinde bir rehine olarak tutmaya başladılar. Buna karşılık Berberi asıllı ordu birlikleri ve çoğu Sudan'lı olan siyahî Afrikalı birlikler Mısır ülkesine diğer bölgelerinde değişik araziler arasında dolaşarak birbirleri ile mücadele ederek kendi kontrolleri altında araziler oluşturmayı ve bu araziler üzerinde kontrollerini pekiştirmeye başladılar. Böylece sanki devlet merkezinde olan karışıklık yetişmezmiş gibi bu karışıklık Mısır ülkesinin tümüne de yayıldı.

1072'de bu duruma bir çare arayan Fatımi Halifesi Mûstensir Mısır'ı kurtarmak için gayet cüretli girişim yaparak o zaman Fatımi Devletinin kuzey sınır kapısı olan Akka şehri valisi olan Emir Bedr el-Cemâli'yi Kahire'ye çağırdı. Bedr el-Cemâli emri altında bulunan sınır ordusu ile Mısır'ın içine girdi ve bu orduyu kullanarak kısaca bir süre için değişik grup ordu ayaklanmacıların ordularını başarı ile tepeledi. Bu harekâtta en büyük kaybeden asker grubu Türk asıllılar oldu. Bu harekâtla Fatimi Halifeliği gayet acil olan ortadan kalkma tehlikesinden kurtarıldı. Fakat uzun asker ayaklanmaları ve mücadeleleri Mısır ülkesi arazilerine büyük zarar vermekle kalmamış, devlet kurumlarını sanki içten çürütmüş idi. Bu çürük yapılı devlet kurumlarının Fatimi halifelerinin eline geçmesi, eğer köklü reformler yapılmazsa, onlara yapabilecek pek efektif icraat bırakmamıştı. Bu başarısından dolayı ordu komutanı bir asker olan Bedr el-Cemâli'ye o zamana kadar bir sivil idareci tarafından yüklenilen Vezir yetkileri de verildi. Bu hem sivil devlet yönetim yetkileri hem de askeri başkomutanlık yetkileri olan Vezirlere Fatimiler Devleti içinde "Vezir-ül-Juyuş" adı verildi. Bu tip Vezir-ül-Juyuş" nitelikli devlet idarecileri bundan sonra Fatımi Devleti son dönemlerinde diğer idarecilerin tümüne baskın tek büyük idareci olarak politik rol oynamaya başladılar. "Vezir-ül-Juyuş" olarak görev verilen vezirler neredeyse bir devlet hükümdarı rolü aldılar ve halifeler ise yönetim gücünden yoksun senbolik rol almaya başladılar.

Fatımi Devleti'nin politik idaresinin değişmesinin bir göstergesi Vezir-ül-Juyus Bedr el-Cemâli'nin Kahire içinde yaptırdığı "Cami El-Juyuşî (Ordularını Camii)" olmaktadır. Bu camii 1085'te Halife ve İmam Ma'ad al-Mûstensir Billah'in adına yaptırılmıştır. Aynı zamanda Halife Mustansır'ın ayaklanmacılara karşı galip gelmesinin anısına yapılan bir zafer anıtıdır. Bu zafer anıtı Halife'nin iktidar gücü göstergesi olarak Kahire'nin güneydoğusunda bulunan en yüksek tepe olan Mukattam Tepesi'nin şehre bakan ucunda kayalıklar üzerinde kurulu olup, şehrin her semti bu camiden görülebilmekte ve şehrin her semtinden de yüksek tepedeki camii görülebilmektedir.

İlk "Vezir-ül-Juyuş" olan Bedr el-Cemâli öldükten sonra yine "Vezir-ül-Juyuş" yetkileri ile oğlu El-Efdâl Şehinşâh Vezir olmuştur.

Fatımi Devleti'nin ortadan kaldırılması

Fatımî Halifeleri soyağacı.

1040'li yıllarda Fatımiler Devleti'nin Kuzey Afrika'da babadan oğula geçen valileri olan Berberi asıllı Ziriler Mısır'da bulunan Şii Fatımi halifelerinden bağımsızlık ilan edip Bağdat'ta bulunan Sünni Abbasiler halifelerinin Müslümanların halifesi olduğunu ilan ettiler. Buna misilleme olarak Fatımiler Devleti Kuzey Afrika'yı tekrar eline geçirmek için Banu Hilal Savaşı adı verilen bir istila savaşını başlattılar. Bu istila savaşı Akdeniz'in Kuzey Afrika kıyılarının yakılıp yıkılıp yaşanamayacak hale gelmesine yol açtı.

Fatımi Devleti'nin merkezi idaresi yerel idare için ikta sistemine çok dayandığı için ülkenin uzak köşelerine gönderilen askerî komutanlar gittikçe kendilerine verilen ikta arazilerinde yarı-bağımsız yaşamaya başladılar ve merkezi devlet idaresi için büyük sorunlar ortaya çıkarttılar.

Fatımiler Sicilya adasındaki idarelerini önce Müslüman bağımsız Sicilya Emirliği'ne sonra da güney İtalya'dan gelen Norman I. Ruggero'ya kaybettiler ve 1190'da Sicilya adası tümüyle tekrar Hristiyan Normanlar eline geçmişti.

1070 civarlarında Fatımilerin Doğu Akdeniz ve Suriye üzerindeki arazileri Türk asıllı Büyük Selçuklu Devleti ve bunlara bağlı Türkmenlerin hücumlarına maruz kaldı ve bu araziler Fatımiler idaresinden çıktı. Birinci Haçlı Seferi'ne yol açan olaylar başında Kudüs'ün Artuklular Sökmen Bey ve İlgazi Bey tarafından ele geçirilmesi gelmekteydi. Ama Temmuz 1098'de Fatımi Devleti Veziri El-Efdâl Şehinşâh komutasında bir büyük Fatımi ordusu Kudüs'ü tekrar Fatımiler'in eline geçirmiş idi. Birinci Haçlı Seferi Frank Haçlılar ordusu Küdus önüne geldiğinde Kudüs'ü Haçlıların kuşatmasına karşı savunan Fatımi ordusu ve komutanı İftikar el-Devla idi. Fatımiler Komutanı 15 Temmuz 1099'da Kudüs'ü anlaşma ile Haçlılara terk etti. Bundan sonra Fatımi Devleti, orada kurulan Frank Haçlı Kutsal Kudüs Krallığı ve aynı bölgedeki diğer Frank Haçlı devletlerine tüm Filistin arazilerini terk etmek zorunda kaldı. Fatımi Devleti elinde 1088'den itibaren sadece Mısır kalmıştı.

1160'larda Fatımilerin siyasi sistemi artık sanki çürümüştü. Fatımiler veziri olan Şavar çeşitli entrikalarla kendi siyasi gücünü koruma peşinde idi. Son Fatımi halifeleri devletin idaresini Vezirler eline bırakmışlardı. 1163 ile 1169 arasında birkaç kere Fatımiler Veziri olan Şavar, Selçuklu Şam Emiri olan Nureddin Zengi ile Kudüs Kralı I. Amalrik arasında büyük siyasi oyunlar oynadı. I. Amalrik komutasındaki Frank Haçlı orduları ile bazen Fatımilere müttefik bazen onlara karşı olarak Mısır'ı dört defa işgal etti. Nureddin Zengi ise bir Suriye ordusu ile Emir Esedüddin Şirkuh'u dört kez Suriye'den Mısır'a sefer yapmaya teşvik edip destek sağladı. Şirkuh'un 1169'daki son seferinde Şirkuh Mısır'ın idaresini Şavar elinden zorla aldı. Şirkuh son Son Fâtımî Halifesi genç Sultan El-Âzıd tarafından Vezir olarak görevlendirildi. Fakat bu görevde iki ay kaldıktan sonra Şirkuh beklenmedik bir şekilde öldü. Yerine yeğeni olan Selahaddin Eyyubi 1169'da 31 yaşındayken Mısır'daki Suriye birliklerinin komutanlığına, melik unvanıyla Mısır vezirliğine atandı.

1169-1171'de Selahaddin Eyyubi Fatimi halifesi genç Sultan Âzıd altında vezir olarak görev yaptı. Ama tüm iktidar gücü kendi elinde idi. Çok geçmeden kendine bağlı kişiler devletin en kilit noktalarında görevlendirdi ve Fatımilere bağlı olanlar bu görevlerden uzaklaştırıldı. Selahaddin Eyyubi Mısır’ın tek yöneticisi durumuna geldi. 1171'de Fatımi Halifesi genç Âzıd 21 yaşında iken öldükten sonra Selahaddin Eyyubi camilerde hutbeyi kendi adına okuttu. Böylece Mısır'da Şii Fâtımîler Halifeliğine son vererek Sünnilige dönüldüğünü ve Bağdat'taki Abbasiler Halifeliğine bağlılığını ilan etti. Bu olay ile Fatımiler Devleti resmen son buldu.

Fâtımî halifeleri listesi

  1. Mehdi (Ubeydullah el-Mehdi Billah) (909-934)
  2. Kâ'im (Muhammed el-Kâ'im Bi-Emrillah) (934-946)
  3. Mansur (İsmail Mansur Bi-Nasrillah) (946-953)
  4. Mu'izz (Ebu Tamim el-Mu‘izz Li-Dinillah) (953-975)
  5. Aziz (Ebu Mansur Nizar Aziz Billah (975-996)
  6. Hâkim (El-Hâkim bi-Emrillah) (996-1021)
  7. Zahir (Ali ez-Zahir) (1021-1036)
  8. Mûstensir (Ebû Tamîm Ma’add el-Mûstensir bil-Lâh) (1036-1094)
  9. Mustâ‘lî (Ahmed el-Mustâ‘lî) (1094-1101)
  10. Âmir (Mansur el-Âmir bi'Ahkamillah) (1101-1130)
  11. Hâfız (El-Hâfız) (1130-1149)
  12. Zafir (Ez-Zafir) (1149-1154)
  13. Fâ'iz (El-Fâ'iz bi-Emrillah) (1154-1160)
  14. Âzıd (El-Âzıd) (1160-1171)

Fâtımîler halifeleri soyağacı

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
‘Ubeyd’Allâh'ibn‘el’Huseyn‘el’Medhî
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Fâtımî Devleti (Yedicilik)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Kâ'im
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Mansûr
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Mu'izz
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Aziz (Fatımi)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Târik’ûl-Hâkim bi-EmrʿAllâh
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Dürzîlik
 
Zahir (Fatımi)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Ebû Temîm Mu’âdd el-Mûstensir
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Nizârîlik
 
Mustalilik
 
 
 
 
 
 
Türkistan Aleviliği
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Nizar (Fatımi)
 
Ebû’l-Kâsım ʿAhmed el-Mustâ‘lî
 
Muhammed‘bin’Mu’âddʿel’Mûstensir
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
El-Hadi bin el-Nizar
 
Ebû‘Ali’Mansûr‘el’Âmir’bi'Ahkâm’îl‘Lâh
 
ʿAbd’el-Mecîd el-Hâfız li-Dîn’il-Lâh
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Alamut Kalesi
 
Tayyib Ebu'l-Kasım
 
Hafızilik
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
El-Mohtedî bin el-Hâdî (I. Muhammed)
 
 
 
 
 
 
İsmâʿil ez-Zâfir li-Dîn’il-Lâh
 
Yusuf‘binʿAbdûlMecîdʿûl’Hâfız
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
El‘Kahir’bi‘Kuvvet’ûl‘Lâh/Ahkâm’îl‘Lâh’I.Hasan
 
 
 
 
 
 
İsâ el-Fâ’iz bi-Nasr’Allâh
 
ʿAbd Allâh el-Âzıd li-Dîn’il-Lâh
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Alâ Zikrihi’s-Selâm II. Hasan
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Nûr’ed-Dîn II. Muhammed
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Celal’ed-Dîn III. Hasan
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Alâ’ed-Dîn III. Muhammed
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Rükneddin Hür Şah
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
IV. Ağa Han (Nizari fıkhı)
 
Dâ’îler (Mustali fıkhı)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Ayrıca bakınız

  • Fatımi halifeler listesi

Dış kaynaklar

  • Al-Makrîzî, Taqiyy al-Dîn Abû al-‘Abbâs Ahmad b. Alî, Kitâb al-Mawâ'iz wa al-I'tibâr bi Dhikr al-Khitat wa al-Âthâr, Beyrut, n.d. (Arapça)
  • O'Leary, D.L., (1923), Short History of the Fâtimid Khalifate.
  1. YÖNLENDİRME Şablon:En
  • Tritton, A.S., (1930), The Caliphs and Their Non-Muslim Subject, Oxford.
  1. YÖNLENDİRME Şablon:En
  • Vatikiotis, P.J., (1955), "Al-Hakim Bi-Amrillah: The God-King Idea Realised". Islamic Culture. (Ocak): say 1-8.
  1. YÖNLENDİRME Şablon:En
  • Dodge, Bayard, (1959), "Al-Ismā'īliyya and the Origin of the Fātimids". Muslim World. Cilt. 49, say. 296-305.
  1. YÖNLENDİRME Şablon:En
  • Brett, Michael (2017), The Fatimid Empire, Edinburgh:Edinburgh University Press ISBN:(Ciltli:9780748640775 Karton Kapaklı:9780748640768 E-Book (PDF): 9781474421515 E-Book (Epub) :9781474421522
  1. YÖNLENDİRME Şablon:En
  • Canard, Marius, (1965) "Fâtimides". Islam Encyclopidia (2. ed), Cilt 2 Say. 870-882.
  1. YÖNLENDİRME Şablon:En
  • Canard, Marius, (1971) "Al-Hâkim bi-Amr Allâh". Islam Encyclopidia (2. ed), Cilt. 3, say.79-84.
  • Walker, Paul. Exploring an Islamic Empire: Fatimid History and Its Sources.
  1. YÖNLENDİRME Şablon:En

İsim

Fatımi hanedanı, İslam peygamberi Muhammed'in kızı Fatıma'nın soyundan geldiğini iddia etmiştir. Hanedan, iddiasını Muhammed'in kızı ve ilk Şîa imamı olan kocası Ali aracılığıyla meşrulaştırmıştır, dolayısıyla hanedanın adı "Fâtıma "nın Arapça nispet sıfatı olan Fâtımî'dir (Arapça: فاطمي).

Alid soyundan geldiğini vurgulayan hanedan kendisini basitçe 'Alid hanedanı' (al-dawla al-alawiyya) olarak adlandırdı, ancak birçok düşman Sünni kaynak onları sadece 'Ubeydîler' (Banu Ubeyd) olarak adlandırır, ilk Fatımî halifesinin adının Ubeyd Allah şeklinde küçültülmüş halinden sonra.

Tarih

Kökenleri

Fatımi hanedanı, "aynı zamanda siyasi ve dini, felsefi ve sosyal olan" ve başlangıçta bir İslam mesihinin gelişinden daha azını ilan etmeyen devrimci bir Şii hareketi olan İsmaililiğin liderleri olarak iktidara geldi. Bu hareketin ve hanedanın kendisinin kökenleri dokuzuncu yüzyılın sonlarından önce belirsizdir.

Fatımi hükümdarları, kurucusu İsmailî Şii Halife Abdullah el-Mehdi Billah'tan başlayarak Arap kökenliydi. Orduları Cezayir'deki Kabylia'dan geliyordu, bazı tarihçiler ordunun kuruluşunu ve kökenini Kutama Berberilerine dayandırmaktadır.

Erken dönem Şiilik ve İsmaililiğin kökleri

Şiiler, gaspçı olarak gördükleri Emevi ve Abbasi halifeliklerine karşı çıktılar. Bunun yerine, Muhammed'in kızı Fatıma aracılığıyla Ali'nin soyundan gelenlerin Müslüman toplumunu yönetme hakkına sahip olduğuna inanıyorlardı. Bu, takipçilerinin Allah'ın yeryüzündeki gerçek temsilcileri olarak gördükleri, Hüseyin aracılığıyla Ali'nin soyundan gelen bir imamlar silsilesinde kendini gösterdi. Aynı zamanda İslam'da, gerçek İslami hükümeti ve adaleti yeniden tesis edecek ve ahir zamanı başlatacak bir mehdinin ("Doğru Yolda Olan") veya kâimin ("Zuhur Eden") ortaya çıkacağına dair yaygın bir mesihçi gelenek vardı. Bu figürün sadece Şiiler arasında değil, yaygın olarak Ali'nin soyundan gelmesi bekleniyordu. Ancak Şiiler arasında bu inanç inançlarının temel bir ilkesi haline gelmiş ve öldürülen ya da ölen birçok Şii lidere uygulanmıştır; takipçileri onların "gaybete" girdiklerine ve belirlenen zamanda geri döneceklerine (ya da dirileceklerine) inanmıştır.

Bu gelenekler altıncı imam Cafer Sadık'ın halefliğinde de kendini göstermiştir. Sadık, oğlu İsmail b. Cafer'i halefi olarak tayin etmişti, ancak İsmail babasından önce öldü ve Sadık'ın kendisi de 765'te öldüğünde haleflik açıkta kaldı. Takipçilerinin çoğu Sadık'ın oğlu Musa el-Kazım'ı, 874'te gaybete girdiği ve bir gün Mehdî olarak geri döneceği varsayılan on ikinci ve son imama kadar takip etti. Bu nedenle bu kol "İkiciler" olarak bilinir. Diğerleri diğer oğulları takip etmiş, hatta Sadık'ın öldüğüne inanmayı reddetmiş ve onun mehdî olarak geri dönmesini beklemiştir. Bir başka kol ise Cafer'in ardından gaybete çekilen ve bir gün geri dönecek olan yedinci bir imamın geldiğine inanıyordu; bu nedenle bu grup "Yediciler" olarak bilinir. Yedinci imamın kim olduğu tartışmalı olmakla birlikte, dokuzuncu yüzyılın sonlarında İsmail'in oğlu ve Sadık'ın torunu Muhammed ile özdeşleştirilmiştir. Muhammed'in babası İsmail'den Fatımîleri doğuran mezhep "İsmailî" adını alır. Abbasilerin Alilere yönelik sert zulmü nedeniyle İsmaili İmamlar saklanır ve ne İsmail'in ne de Muhammed'in hayatı iyi bilinir ve Muhammed'in Harun el-Reşid (hükümdarlığı 786-809) döneminde ölümünden sonra erken dönem İsmaililik hareketinin tarihi belirsizleşir.

Gizli ağ

Beklenen Mehdî Muhammed ibn İsmail gizli kaldığı sürece, sadık kişileri toplayacak, sözü yayacak (da'va, "davet, çağrı") ve dönüşünü hazırlayacak temsilciler tarafından temsil edilmesi gerekecekti. Bu gizli ağın başı, imamın varlığının canlı kanıtı ya da "mührü" (hucce) idi. Fatımilerin ataları ilk olarak bu rolleriyle belgelenmiştir. Bilinen ilk huccet, Huzistanlı zengin bir tüccar olan ve Suriye Çölü'nün batı ucundaki küçük Selemiye kasabasına yerleşen Abdullah el-Ekber'dir ("Yaşlı Abdullah"). Selemiye, İsmailî da'vetin merkezi haline geldi ve Abdullah el-Ekber'in yerine oğlu ve torunu hareketin gizli "büyük üstatları" olarak geçti.

Dokuzuncu yüzyılın son üçte birinde İsmailî da'vâ, Samarra Anarşisi'nde Abbasî iktidarının çöküşünden ve bunu takip eden Zenc İsyanı'ndan, ayrıca liderliklerinin siyasi sessizliğinden ve on ikinci imamın yakın zamanda ortadan kaybolmasından dolayı On İki İmam taraftarları arasındaki memnuniyetsizlikten yararlanarak geniş çapta yayıldı. Hamdan Karmat ve İbn Havşeb gibi misyonerler (dâîler) ajan ağını 870'lerin sonunda Kufe çevresine, oradan Yemen'e (882) ve oradan Hindistan'a (884), Bahreyn'e (899), İran'a ve Mağrip'e (893) yaydılar.

Karmatî bölünmesi ve sonrası

899'da Abdullah el-Ekber'in büyük torunu Abdullah hareketin yeni lideri oldu ve doktrinde köklü bir değişiklik yaptı: artık o ve ataları sadece Muhammed ibn İsmail'in vekilleri değil, hakiki imamlar olarak ilan edildiler ve Abdullah'ın kendisi de beklenen Mehdî idi. Daha sonra Fatımîler tarafından İsmail b. Cafer'in soyundan geldiklerini kanıtlayarak bu iddiayı haklı çıkarmak için çeşitli şecereler ortaya atılmıştır, ancak İsmailî yanlısı kaynaklarda bile imamların soyu ve isimleri farklılık gösterirken, Sünni ve Twelver kaynaklar elbette Fatımîlerin Alîlerden geldiğini tamamen reddetmekte ve onları sahtekâr olarak görmektedir. Abdullah'ın iddiası İsmailî hareketinde bir çatlağa neden olmuş, Hamdan Karmat ve diğer liderler bu değişikliği kınayıp orijinal doktrine bağlı kalarak "Karmatîler" olarak bilinirken diğer topluluklar Selemiye'ye sadık kalmıştır. Kısa bir süre sonra, 902-903'te Fatımi yanlıları Suriye'de büyük bir ayaklanma başlattı. Bu ayaklanmanın yol açtığı geniş çaplı Abbasi tepkisi ve bunun kendisine getirdiği dikkat, Abdullah'ı Filistin'e, Mısır'a ve nihayet dâî Ebu Abdullah eş-Şiî'nin Kutama Berberilerini İsmailî davaya döndürmede büyük ilerleme kaydettiği Mağrip'e gitmek üzere Selemiye'yi terk etmeye zorladı. Doğrudan dâîsine katılamayan Ubeydullah bunun yerine 904-905 yılları arasında Sicilmasa'ya yerleşti.

Apogee

Mağrip'teki Ziridler

El-Mu'izz, Mısır'a gitmeden önce Ziri bn Manad'ın (971'de ölmüştür) oğlu Buluggin bn Ziri'yi Mağrip'teki genel valisi olarak atamıştır. Böylece Fatımiler adına bölgeyi yöneten "emir" unvanlı bir valiler hanedanı kurulmuş oldu. Onların otoritesi, Emeviler ve yerel Zenata liderleriyle rekabetin devam ettiği Batı Mağrip'te tartışmalı kalmaya devam etti. Cevher'in başarılı batı seferinden sonra Emeviler 973 yılında otoritelerini yeniden tesis etmek için kuzey Fas'a geri döndüler. Buluggin 979-980'de bölgede otoritesini geçici olarak yeniden tesis eden son bir sefer düzenledi, ta ki 984-985'teki son bir Emevi müdahalesi daha fazla çabaya son verene kadar. Halife 978'de Trablusgarp'ı da yönetmesi için Buluggin'e verdi, ancak buradaki Zirid otoritesi daha sonra 1001'de yerel bir hanedan tarafından değiştirildi.

988'de Buluggin'in oğlu ve halefi el-Mansur, Zirid hanedanının merkezini Aşir'den (orta Cezayir) eski Fatımi başkenti el-Mansuriyye'ye taşıdı ve Ziridlerin statüsünü, resmi olarak Fatımi halifelerine bağlılıklarını sürdürürken, İfrikiye'nin az çok fiili bağımsız yöneticileri olarak sağlamlaştırdı. Halife el-Aziz, evrensel hükümdar olarak kendi resmi statüsünü korumak için pragmatik nedenlerle bu durumu kabul etti. Her iki hanedan da hediye alışverişinde bulundu ve yeni Zirid hükümdarlarının tahta geçişi Kahire'deki halife tarafından resmen onaylandı.

El-Hakim'in saltanatı

Kahire'deki El-Hakim Camii, 990 yılında El-Aziz tarafından yaptırılmış ve 1013 yılında El-Hakim tarafından tamamlanmıştır (daha sonra 1980'lerde Dawoodi Bohra tarafından yenilenmiştir)

El-Aziz'in beklenmedik ölümünden sonra, 11 yaşındaki küçük oğlu El-Mansur, El-Hakim olarak tahta çıkarıldı. Mısır'daki Kalbid klanının lideri, askeri bir gazi ve el-Mu'izz'in eski muhafızlarının kalan son üyelerinden biri olan Hasan ibn 'Ammar başlangıçta naip oldu, ancak kısa süre sonra genç el-Hakim'in hadımı ve hocası Barjawan tarafından kaçmaya zorlandı ve onun yerine iktidarı ele geçirdi. Barcavan imparatorluğun iç işlerini istikrara kavuşturdu ancak el-Aziz'in Halep'e doğru genişleme politikasını sürdürmekten kaçındı. 1000 yılında Barcavan, artık devletin doğrudan ve otokratik kontrolünü eline alan el-Hakim tarafından öldürüldü. 1021'de gizemli bir şekilde ortadan kaybolmasına kadar süren saltanatı, Fatımi tarihinin en tartışmalı dönemidir. Geleneksel anlatılar onu ya eksantrik ya da düpedüz deli olarak tanımlamıştır, ancak daha yeni çalışmalar dönemin siyasi ve sosyal koşullarına dayanan daha ölçülü açıklamalar getirmeye çalışmıştır.

Diğer şeylerin yanı sıra el-Hekim, memurlarından memnun kalmadığında, geleneksel uygulamada olduğu gibi onları görevlerinden azletmek yerine, görünüşe göre hiçbir uyarıda bulunmadan idam etmesiyle tanınıyordu. İdam edilenlerin çoğu mali idare mensuplarıydı; bu da el-Hekim'in yolsuzluğun kol gezdiği bir kuruma disiplin getirmeye çalıştığı anlamına gelebilir. Ayrıca, el-Aziz'in bu bilgiyi geliştirmeye yönelik önceki politikasına uygun olarak, bilimlerin incelenmesi için bir kütüphane olan Dar al-'Ilm'i ("Bilgi Evi") açtı. Halkın geneli için, daha ulaşılabilir olması ve dilekçeleri şahsen kabul etmeye istekli olmasının yanı sıra Fustat sokaklarında halkın arasında bizzat dolaşmasıyla da dikkat çekiyordu. Öte yandan, kamusal uygunsuzluklar olarak gördüğü şeyleri engellemeyi amaçlayan kaprisli kararnameleriyle de tanınıyordu. Ayrıca Hıristiyanlara ve Yahudilere, özellikle de giyim kuşamlarına ya da toplum içindeki davranışlarına yeni kısıtlamalar getirerek Mısır toplumunun çoğulculuğunu rahatsız etti. Daha önce benzeri görülmemiş bir şekilde bir dizi kilise ve manastırın (çoğunlukla Kıpti veya Melkit) yıkılmasını emretti veya onayladı ve 1009'da, belirsiz kalan nedenlerden dolayı, Kudüs'teki Kutsal Kabir Kilisesi'nin yıkılmasını emretti.

El-Hakim, daha sonra Kutama, Türkler ve Daylamilere karşı dengelemek için başka bir güçlü grup haline gelen Siyah Afrikalıların orduya alınmasını büyük ölçüde genişletti. Saltanatının ilk yıllarında, 1005 yılında, Ebu Rakva liderliğindeki tehlikeli bir ayaklanma başarıyla bastırıldı ancak Kahire'ye kadar yaklaşmıştı. 1012'de Arap Tayyi kabilesinin liderleri Ramla'yı işgal etti ve Mekke şerifi el-Hasan ibn Cafer'i Sünni anti-halife ilan etti, ancak el-Hasan'ın 1013'te ölümü teslim olmalarına yol açtı. Hıristiyanlara karşı politikalarına ve Kudüs'teki kiliseyi yıkmasına rağmen, el-Hakim Bizanslılarla 1001'de başlayan on yıllık bir ateşkesi sürdürdü. Saltanatının büyük bölümünde Halep, Konstantinopolis'e haraç ödeyen bir tampon devlet olarak kaldı. Bu durum, Fatımî Ermeni generali Fetâk'ın Hamdanî gulâm hükümdarı Mansur ibn Lu'luyu kovan yerel bir komutanın daveti üzerine Halep'i nihayet işgal ettiği 1017 yılına kadar sürdü. Ancak bir ya da iki yıl sonra Fâtâk Halep'te fiilen bağımsız hale geldi.

El-Hakim ayrıca İsmailî takipçilerini çeşitli şekillerde endişelendirdi. 1013 yılında el-Mehdi'nin iki büyük torununun iki ayrı varis olarak tayin edildiğini duyurdu: Biri, 'Abdurrahman ibn İlyâs, siyasi yönetici rolü olarak hilafet unvanını miras alacaktı ve diğeri, 'Abbâs ibn Şuayb, imamet veya dini liderliği miras alacaktı. Bu, Fatımî İmam-Halifelerinin bu iki işlevi tek bir kişide birleştirmek olan temel amacından ciddi bir sapmaydı. Ayrıca 1015'te sarayda düzenli olarak yapılan İsmailî doktrin dersleri olan mecâlisü'l-hikme'yi ("bilgelik oturumları") aniden durdurdu. 1021 yılında, gece gezintilerinden birinde Kahire'nin dışındaki çölde dolaşırken ortadan kayboldu. Öldürüldüğü iddia edildi, ancak cesedi hiçbir zaman bulunamadı.

Hanedan

Konsorsiyumlar

  1. Rasad, yedinci halife Ali el-Zahir'in eşi ve sekizinci halife el-Mustansır bi-llâh'ın annesi.

Toplum

Dini topluluklar

Fatımi toplumu oldukça çoğulcuydu. İsmailî Şiilik devletin ve halifenin sarayının diniydi, ancak nüfusun çoğu farklı dinleri ya da mezhepleri takip ediyordu. Müslüman nüfusun çoğu Sünni ve nüfusun büyük bir kısmı da Hristiyan olarak kalmıştır. Yahudiler daha küçük bir azınlıktı. Dönemin diğer İslam toplumlarında olduğu gibi, gayrimüslimler hem belirli kısıtlamaları hem de belirli özgürlükleri ima eden bir terim olan zimmî olarak sınıflandırılıyordu, ancak bu statünün pratik koşulları bağlamdan bağlama değişiyordu. Araştırmacılar genel olarak Fatımi yönetiminin farklı dini topluluklara karşı son derece hoşgörülü ve kapsayıcı olduğu konusunda hemfikirdir. Dönemin Batı Avrupa hükümetlerinin aksine, Fatımi devlet makamlarında yükselme kalıtsal olmaktan çok meritokratikti. Sünniler gibi İslam'ın diğer kollarının mensuplarının da Şiiler kadar devlet görevlerine atanma olasılığı vardı. Hıristiyanlar ve Yahudiler gibi gayrimüslimlere de hoşgörü gösteriliyordu ve bu hoşgörü politikası, Halifelerin Cenevizli tüccarlar tarafından Çerkesya'dan getirilen büyük Memlük ordusunu finanse etmek için gayrimüslimlerden para akışını sağlıyordu.

Bununla birlikte, bu genel hoşgörü tutumunun istisnaları da vardı, özellikle de El-Hakim tarafından, ancak bu çok tartışılmıştır, El-Hakim'in ortaçağ Müslüman tarihçileri arasındaki ünü Dürzi inancındaki rolüyle birleştirilmiştir. Genel olarak Hıristiyanlar ve özel olarak Kıptiler El-Hakim tarafından zulüm görmüştür; Hıristiyanlara yönelik zulüm kiliselerin kapatılması, yıkılması ve zorla İslam'a döndürülmesini de içermektedir. Halife el-Zahir'in başa geçmesiyle birlikte Dürziler, Antakya, Halep ve diğer şehirlerde Dürzilere yönelik büyük katliamları da içeren kitlesel bir zulümle karşı karşıya kaldı.

Diğer Müslümanlar

İfrikiye'de şehirlerdeki Sünni Müslümanlar büyük ölçüde Maliki ekolünü ya da mezhebini takip ediyordu. Maliki mezhebi burada sekizinci yüzyılda, genellikle Ağlebiler tarafından tercih edilen Hanefi mezhebine karşı baskın hale gelmişti. Mısır'da Müslümanların çoğunluğu Sünni idi ve Fatımiler dönemi boyunca da öyle kaldı. Bunun bilincinde olan Fatımi otoriteleri, dini ritüellere ancak Cevher'in fethinden sonra yavaş yavaş Şii değişiklikler getirdiler. Aynı zamanda bu dönemde Hanefi, Şafii, Hanbeli ve Maliki ekollerinin takipçileri kendilerini bir dereceye kadar Sünni olarak görmeye başlamışlardı ki bu da Şii İsmaililerin savunduğu evrenselciliği zayıflatıyordu. Bazı Hasanî ve Hüseynî aileler de dâhil olmak üzere bazı Şiîler de Mısır'da bulunuyordu ve Fatımîleri Şiî dostları ya da kan bağı olan akrabaları olarak kabul ediyorlardı, ancak İsmailîliğe geçmeleri gerekmiyordu. İsmailî olmayan pek çok Müslüman da Fatımî halifelerinin Müslüman toplumu yönetmek için meşru haklara sahip olduğunu kabul etmiş ancak Şiilerin İmamet kavramına dair daha mutlak inançlarını kabul etmemiştir.

Hristiyanlar

Eski Kahire'deki Asma Kilise'nin yan şapeli, kilisenin daha sonra yenilenmesinden önce, 12. yüzyılın sonlarından veya 13. yüzyıldan kalma freskler (burada paravanın arkasında kısmen görülebilir) dahil

Hıristiyanlar Fatımiler döneminde Mısır'da hâlâ nüfusun çoğunluğunu oluşturuyor olabilir, ancak bu konudaki bilimsel tahminler kesin değildir ve yazarlar arasında farklılık gösterir. Hıristiyanların oranı muhtemelen kırsal nüfusta ana şehirlerden daha fazla olurdu. Hıristiyanlar arasında en büyük topluluk Kıptilerdi ve onları Melkit Hıristiyanlar takip ediyordu. Bedir el-Cemali gibi Ermeni vezirlerin devlete hakim olduğu 11. yüzyılın sonları ve 12. yüzyılın başlarında çok sayıda Ermeni göçmen de Mısır'a gelmiş, bu da Ermeni kilisesinin ülkede bir yer edinmesine yol açmıştır. Kasaba ve şehirlerdeki kiliselere ek olarak, Hıristiyan manastırları da kırsal kesimi süslüyordu. Vadi el-Natrun gibi bazı bölgeler Kıpti manastırcılığının eski merkezleriydi. Amalfitan'ların başını çektiği İtalyan tüccarlar da Fustat ve İskenderiye'de bulunuyor, Mısır ile Akdeniz dünyasının geri kalanı arasında mal taşıyorlardı.

Hıristiyan topluluklar ve özellikle Kıptiler arasında, Fatımi rejiminde kâtip veya yönetici olarak görev yapan nispeten varlıklı bir eşraf sınıfı ortaya çıktı. Bu meslekten olmayan kişiler servetlerini kiliselerini himaye etmek ve dolayısıyla etkilemek için kullandılar. Devletin kilise üzerinde de etkisi vardı; Kıpti Patrikhanesi'nin, Kıpti papanın başkente yakın kalmasını isteyen Bedir el-Cemali'nin talepleri nedeniyle, Cyril II'nin patrikliği sırasında (1078-1092) İskenderiye'den Fustat'a (özellikle de şimdiki Eski Kahire'ye) nakledilmesinin gösterdiği gibi. Günümüzde Asma Kilise olarak bilinen Bakire Kilisesi, Aziz Mercurius Kilisesi'nin üst katında inşa edilen alternatif bir kilise yerleşkesi ile birlikte Patrikhanenin yeni merkezi oldu. Her iki kilise de 14. yüzyıla kadar (merkez Harat Zuwayla'daki Meryem Ana Kilisesi'ne taşındığında) Kıpti Papa'nın ikametgâhı olmuş ve yeni papaların takdis törenleri ve diğer önemli dini etkinlikler için mekân olarak hizmet vermiştir.

Yahudiler

İbranice Kutsal Kitap'ın 11. yüzyılın başlarında Kahire/Fustat'ta kopyalanmış bir el yazması olan Leningrad Kodeksi'nin kapak sayfası

Yahudi toplulukları Fatımi kontrolü altındaki topraklarda varlıklarını sürdürmüş ve bir dereceye kadar özyönetimden de faydalanmışlardır. Hristiyanlara ve Müslümanlara kıyasla daha küçük bir azınlık olmalarına rağmen, Genizah belgeleri sayesinde tarihleri nispeten iyi belgelenmiştir. Cemaat Rabbaniler ve Karaylar arasında bölünmüştür. Geleneksel olarak, 11. yüzyılın sonlarına kadar, Yahudi cemaatinin en güçlü lideri, bölgedeki yargıçları ve diğer Yahudi cemaati yetkililerini atayan Kudüs yeşivasının ga'on'u veya lideriydi. Fatımiler, Kudüs ga'onuna cemaatin temsilcisi olarak resmi sorumluluklar yükledi. Ancak 1100 yılına gelindiğinde, Mısırlı Yahudiler tarafından Fustat'ta "Yahudilerin Başı" veya nagid olarak bilinen yeni bir pozisyon oluşturuldu. Mısır'ın başkentindeki bu memur, daha sonra Fatımi devletiyle ilişkilerinde Yahudi cemaatinin başı ve temsilcisi olarak tanındı. Bu değişim muhtemelen Kudüs ga'onunun kendi nüfuzunu kaybetmesi ve Yahudi cemaatinin Bedir el-Cemali'nin bu sıralarda izlediği merkezileştirme politikasına (Kıpti Patrikhanesi'nin Fustat'a nakledilmesiyle sonuçlanmıştı) katılmasından kaynaklanıyordu.

Dil

Dini çeşitliliğe rağmen, Arapçanın nüfusun ana dili olarak yayılması Fatımiler döneminden önce de hızla ilerlemişti. Fatımiler sahneye çıktığında Mısır'ın bazı bölgelerinde Kıptiler ve muhtemelen bazı Müslüman topluluklar hâlâ Kıptice konuşuyordu. Ancak Fatımiler döneminde Kıpti dini kültürü Arapçaya çevrilmeye başlandı. Fatımi döneminin sonunda (12. yüzyıl), birçok Kıpti Hristiyan artık Kıpti dilini anlayamaz hale geldi ve sonunda kullanımı bir ayin diline indirgendi.

Sanat ve mimari

Atlı bir savaşçıyı tasvir eden bir kâse parçası, 11. yüzyıl. Fatımi hanedanı, Fustat, Mısır'da bulunmuştur. Brooklyn Müzesi

Fatımiler zarif sanatlarıyla tanınırlardı. Fatımi dönemi, İslam sanatı ve mimarisi tarihi açısından önemlidir, çünkü evrimlerinin ayrıntılı bir şekilde incelenmesi için yeterli malzemenin günümüze ulaştığı en eski İslam hanedanlarından biridir. Fatımi sanatının üslup çeşitliliği aynı zamanda bu dönemde Akdeniz dünyasının daha geniş kültürel ortamının bir yansımasıydı. Süsleme sanatlarının en dikkat çekici özellikleri, canlı figüratif motiflerin kullanımı ve Arapça yazıtlar için köşeli, flöreli bir Kufi yazısının kullanılmasıdır. Gelişen en iyi bilinen sanat formları arasında bir tür seramik parlak kaplar ve katı kaya kristalinden oyulmuş nesnelerin işçiliği bulunmaktadır. Hanedanlık ayrıca keten kumaş üretimini ve bir tiraz atölyesini de desteklemiştir. Bir zamanlar halifenin saraylarında farklı lüks nesnelerden oluşan geniş bir koleksiyon mevcuttu, ancak bunların çok az örneği günümüze ulaşmıştır.

Fatımi mimarisinin birçok izi hem Mısır'da hem de günümüz Tunus'unda, özellikle de eski başkentleri Mehdiye (el-Mehdiyye) ve Kahire'de (el-Kahire) mevcuttur. Mahdia'da günümüze ulaşan en önemli eser Ulu Cami'dir. Kahire'de öne çıkan örnekler arasında El-Ezher Camii ve El-Hakim Camii'nin yanı sıra El-Akmar Camii, Seyyide Rukayye Meşhed'i ve El-Salih Tala'i Camii gibi daha küçük anıtlar yer almaktadır. Aynı zamanda bugün El-Ezher Üniversitesi olarak bilinen bir öğrenim ve öğretim merkezi olan El-Ezher Camii, Az-Zehra (parlak) olarak adlandırılan Fatıma'nın (Fatımilerin soyundan geldiğini iddia ettiği Muhammed'in kızı) onuruna adlandırılmıştır. Kahire'de Han el-Halili yakınlarındaki Beyn el-Kasrayn çevresinde geniş bir alanı kaplayan iki ana Fatımi sarayı vardı. Bedir el-Cemali tarafından inşa edilen şehir surlarının bazı bölümleri de -özellikle üç kapısı- günümüze ulaşmıştır.

Önemli şahsiyetler

Önemli şahsiyetlerin listesi:

  • Abu Abdallah al-Shi'i (ö. 911'den sonra)
  • Ebu Yakub es-Sicistani (ö. 971'den sonra)
  • Al-Qadi al-Nu'man (ö. 974)
  • Hamidüddin el-Kirmani (ö. 1020'den sonra)
  • Hakim Nasır-ı Hüsrev (ö. 1070'ten sonra)
  • Al-Mu'ayyad fi'l-Din al-Shirazi (ö. 1078)
  • Al-Sayyida al-Mu'iziyya (Durzan olarak da bilinir)

Miras

El-Mustansır Billah'tan sonra oğulları Nizar ve El-Musta'li yönetme hakkı iddia etmiş ve sırasıyla Nizari ve Musta'li hizipleri olarak bölünmeye yol açmıştır. Nizar'ın halefleri sonunda Ağa Han olarak bilinirken, Musta'li'nin takipçileri sonunda Dawoodi bohra olarak anılmaya başlandı.

Fatımi hanedanı El-Musta'li'nin yönetiminde, El-Emir bi-Ahkami'l-Lah'ın 1130'daki ölümüne kadar devam etti ve gelişti. Daha sonra liderlik, El-Amir'in iki yaşındaki oğlu At-Tayyib Ebu'l-Kasım ile El-Amir'in kuzeni olan ve destekçileri (Hafizi) El-Amir'in varis bırakmadan öldüğünü iddia eden El-Hafız arasında çekişmeye dönüştü. At-Tayyib'in destekçileri Tayyibi İsmaililer oldu. At-Tayyib'in imamet iddiası Yemen Kraliçesi Arwa al-Sulayhi tarafından onaylandı. El-Mustansır, 1084 yılında Arva'yı Yemen Daveti'ndeki en yüksek rütbe olan huccet (kutsal, dindar bir hanım) olarak tayin ettirdi. Arva'nın yönetiminde, Davet el-Belağ (imamın yerel temsilcisi) Lamak ibn Malik ve ardından Yahya ibn Lamak Fatımilerin davası için çalıştı. At-Tayyib'in ortadan kaybolmasından sonra Arwa, Dhu'ayb bin Musa'yı Tayyibi dini meseleleri üzerinde tam yetkiye sahip ilk Da'i al-Mutlaq olarak adlandırdı. Tayyibi İsmailî misyonerler (yaklaşık MS 1067'de (Hicri 460)) dinlerini Hindistan'a yayarak başta Alevi, Davudi ve Süleymani Bohralar olmak üzere çeşitli İsmailî cemaatlerinin gelişmesine yol açtılar. Seyyid Nuruddin güney Hindistan'la ilgilenmek üzere Dongaon'a, Seyyid Fahruddin ise Doğu Rajasthan'a gitmiştir.