Atatürkçülük

bilgipedi.com.tr sitesinden
Altı Ok

Atatürkçülük (Türkçe: Atatürkçülük, Atatürkçü düşünce) veya Altı Ok (Türkçe: Altı Ok) olarak da bilinen Kemalizm (Türkçe: Kemalizm, ayrıca arkaik olarak Kamâlizm), Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu resmi ideolojisidir. Mustafa Kemal Atatürk tarafından uygulandığı şekliyle Kemalizm, yeni Türk devletini Osmanlı selefinden ayırmak ve Batı tarzı modern bir yaşam tarzını benimsemek için tasarlanmış, laiklik/laisizm (Fransızca: laïcité), bilimlerin devlet tarafından desteklenmesi, ücretsiz eğitim ve daha pek çok şeyi içeren kapsamlı siyasi, sosyal, kültürel ve dini reformlarla tanımlanmıştır. Bunların çoğu Türkiye'de ilk kez Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı döneminde, onun reformları aracılığıyla tanıtıldı ve uygulandı.

Kemalizm'in temel fikirlerinin birçoğu Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde, İmparatorluğun çöküşünü engellemek için yapılan çeşitli reformlarla, özellikle de 19. yüzyılın başlarındaki Tanzimat reformlarıyla başlamıştır. Yüzyılın ortalarında Genç Osmanlılar, İmparatorlukta yükselen etnik milliyetçiliği bastırmak ve İslamcı etkileri korurken ilk kez sınırlı demokrasiyi getirmek için Osmanlı milliyetçiliği veya Osmanlıcılık ideolojisini yaratmaya çalıştılar. 20. yüzyılın başlarında Jön Türkler, Osmanlı milliyetçiliğini erken dönem Türk milliyetçiliği lehine terk ederken, seküler bir siyasi görüşü benimsediler. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra, hem Genç Osmanlılar hem de Jön Türklerden ve onların başarı ve başarısızlıklarından etkilenen Atatürk, 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanına öncülük etmiş, daha önceki hareketlerin laiklik ve Türk milliyetçiliği fikirlerini ödünç alırken, ilk kez parasız eğitim ve daha sonraki liderler tarafından Türkiye'yi yönetme ilkeleri haline getirilen diğer reformları gerçekleştirmiştir.

Kemalizm, Altı Ok'un (Altı İlke) bütünleyici adı olarak Cumhuriyet Halk Partisi'nin 9 Mayıs 1935'te toplanan IV. Kurultayı'nda kabul edilen 1935 Programı'na (Atatürk'ün Dil Devrimi'nden sonra Kemal adını Kamâl olarak değiştirmesini takiben) "Kamâlizm" olarak geçmiştir. 1953'teki 10. Kurultay'a kadar Kemalizm, parti programındaki yerini korumuş, bu tarihte kaldırılarak "Atatürk Yolu" kavramı getirilmiştir.

Felsefe

Kemalizm, çok dinli ve çok etnikli Osmanlı İmparatorluğu'ndan laik, demokratik ve üniter Türkiye Cumhuriyeti'ne geçişe rehberlik eden bir modernleşme felsefesidir. Kemalizm, Türk Reformu'ndaki toplumsal sürecin sınırlarını belirler. Atatürk Kemalizm'in kurucusudur ve doktrini devlet ideolojisi olarak uygulanmıştır, ancak Atatürk dogmatik olmaktan kaçınmış, kendisinin ve manevi mirasçılarının rehberini bilim ve akıl olarak tanımlamıştır:

Ben manevi miras olarak hiçbir dogma, hiçbir zaman içinde donmuş kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır.

- Mustafa Kemal Atatürk

İlkeler

Ulusalcılık, ortak bir tanımı olmayıp "tam bağımsızlık", ulusal sanayinin gelişimi, dışa bağımlılıktan kurtulma gibi hedefleri savunan; Cumhuriyet'in temel kuruluş ilkelerinin muhafazası, devletin sahip olduğu üniter ulus devlet yapısının muhafazası, laiklik ve "ulusal çıkarların" ön planda tutulması gerekliliklerine inanan, küreselciliği reddeden, sosyalizm ve Kemalizm'i sentezleyen, 27 Mayıs İhtilali sonrası Milli Demokratik Devrim ile birlikte çıkan Sol Kemalist bir siyasi görüştür.

Ulusalcı hareket içerisinde Şevket Süreyya Aydemir'in başını çektiği Kadro Hareketi ve Doğan Avcıoğlu'nun kurduğu, Kadro Dergisi'nin devamı niteliğindeki Yön Dergisi, daha devletçi ve daha halkçı olan Atatürkçülüğün ve sosyalizmin sentezini savunmaktalardı.

İdeolojinin altı ilkesi (ilke) vardır: Cumhuriyetçilik (Türkçe: cumhuriyetçilik), Halkçılık (Türkçe: halkçılık), Milliyetçilik (Türkçe: milliyetçilik), Laiklik (Türkçe: laiklik), Devletçilik (Türkçe: devletçilik) ve Devrimcilik (Türkçe: devrimcilik). Bunlar birlikte, bizzat Atatürk tarafından, ulemanın bağnazlığından kaynaklandığına inandığı, geleneksel görüşlü Türk-Müslüman nüfus arasında yaygın olan sosyal despotizmi yıkmak için siyasi despotizmi kullanma yöntemi olarak tanımlanan bir tür Jakobenizmi temsil etmektedir.

Cumhuriyetçilik

Kemalist çerçevede Cumhuriyetçilik (Türkçe: cumhuriyetçilik), Osmanlı hanedanının mutlak monarşisinin yerine hukukun üstünlüğünü, halk egemenliğini ve yurttaşlar tarafından uygulanan özgürlüğe vurgu da dahil olmak üzere sivil erdemi geçirmiştir. Kemalist cumhuriyetçilik, halkın temsilcilerinin seçildiği ve hükümetin vatandaşlar üzerindeki gücünü sınırlayan mevcut anayasal yasalara uygun olarak yönetmek zorunda olduğu bir tür anayasal cumhuriyeti tanımlar. Devlet başkanı ve diğer yetkililer görevlerini miras yoluyla almak yerine seçimle belirlenir ve kararları yargı denetimine tabidir. Osmanlı Devleti'nden değişimi savunan Kemalizm, ulusal yaşamın temel ilkesi olarak Türkiye Cumhuriyeti'nin tüm yasalarının bu dünyadaki gerçek ihtiyaçlardan esinlenmesi gerektiğini ileri sürer. Kemalizm, halkın isteklerinin en iyi temsilcisi olarak cumhuriyetçi bir sistemi savunur.

Birçok cumhuriyet türü arasında Kemalist cumhuriyet, genel seçimlerle seçilen bir Parlamento, Parlamento tarafından seçilen ve sınırlı bir süre için görev yapan bir devlet başkanı, başkan tarafından atanan bir başbakan ve Parlamento tarafından atanan diğer bakanlardan oluşan temsili, parlamenter bir demokrasidir. Kemalist cumhurbaşkanının doğrudan yürütme yetkisi yoktur, ancak sınırlı veto yetkisi ve referanduma gitme hakkı vardır. Hükümetin günlük işleyişi başbakan ve diğer bakanlardan oluşan Bakanlar Kurulu'nun sorumluluğundadır. Yürütme (cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu), yasama (meclis) ve yargı arasında kuvvetler ayrılığı vardır ve hiçbir hükümet organının diğeri üzerinde yetkisi yoktur; ancak meclis, güvensizlik oyuyla istifaya zorlanabilen Bakanlar Kurulu'nu denetlemekle görevlidir.

Kemalist cumhuriyet, üç devlet organının anayasal olarak oluşturulmuş tek bir yasama organı ile ulusu tek bir birim olarak yönettiği üniter bir devlettir. Bazı konularda, hükümetin siyasi gücü daha alt düzeylere, belediye başkanları tarafından temsil edilen yerel seçilmiş meclislere aktarılır, ancak merkezi hükümet temel yönetim rolünü korur.

Popülizm

Popülizmin Boyutları
TBMM'deki kürsünün arkasında "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" yazılıdır
"Ne mutlu Türküm diyene" sloganı, Kuzey Kıbrıs'ta Girne Dağları'na işlenmiştir.

Popülizm (Türkçe: halkçılık), siyasi iktidarı yurttaşlara devretmeyi amaçlayan toplumsal bir devrim olarak tanımlanmaktadır. Kemalist popülizm sadece halk egemenliğini tesis etmeyi değil, aynı zamanda gerçek bir halkçı devleti gerçekleştirmek için sosyal-ekonomik dönüşümü de aktarmayı amaçlar. Ancak Kemalistler sınıf çatışmasını ve kolektivizmi reddederler. Kemalist popülizm ulusal kimliğin her şeyin üstünde olduğuna inanır. Kemalist popülizm, dayanışmacılık gibi sınıf işbirliğini ve ulusal birliği vurgulayan bir toplumsallık öngörür. Türkiye'de popülizm, Türk devletine ve halkın gücüne yeni bir birlik duygusu getiren birleştirici bir güç yaratmaktır.

Kemalist popülizm, İslam'ı modern ulus-devletle uyumlu hale getirmeyi amaçlayan Kemalist modernleşme hareketinin bir uzantısıdır. Buna dini okulların ve örgütlerin devlet tarafından denetlenmesi de dahildir. Mustafa Kemal'in kendisi "herkesin dinini ve imanını öğrenmek için bir yere ihtiyacı vardır; o yer medrese değil mekteptir" demiştir. Bu, İslam'ın ulema tarafından "yozlaştırılmasıyla" mücadele etmeyi amaçlıyordu. Kemal, Osmanlı döneminde ulemanın makamlarının gücünü istismar etmeye ve dini uygulamaları kendi çıkarları doğrultusunda manipüle etmeye başladığına inanıyordu. Ayrıca, eğitimin devlet kontrolü altına alınmaması halinde, denetimsiz medreselerin, Türk devletinin birliğini zayıflatmakla tehdit eden tarikatların yükselen sorununu daha da kötüleştirebileceğinden korkuluyordu.

Egemenlik

Kemalist sosyal teori (halkçılık) millet tanımının önüne konulan hiçbir sıfatı kabul etmez [millet-i ...] Egemenlik hiçbir şarta, koşula vb. bağlı olmaksızın yalnızca halka ait olmalıdır:

Egemenlik kayıtsız ve şartsız olarak halka/millete aittir.

- Mustafa Kemal Atatürk

Motto

Halkçılık, Osmanlı İmparatorluğu'nda şeyhlerin, aşiret liderlerinin ve İslamcılığın (siyasi bir sistem olarak İslam) siyasi egemenliğine karşı kullanılmıştır. Cumhuriyetin ilanı başlangıçta "ilk halifeler dönemine dönüş" olarak algılanmıştır. Ancak Atatürk milliyetçiliği, siyasi meşruiyeti otokrasi (Osmanlı hanedanı tarafından), teokrasi (Osmanlı hilafetine dayalı) ve feodalizmden (aşiret liderleri) vatandaşlarının, yani Türklerin aktif katılımına kaydırmayı amaçlıyordu. Kemalist sosyal teori, Türk vatandaşlığının değerini tesis etmek istemiştir. Bu vatandaşlıkla ilişkilendirilen bir gurur duygusu, insanların daha çok çalışması ve bir birlik ve ulusal kimlik duygusuna ulaşması için gereken psikolojik itici gücü sağlayacaktı. Cumhuriyet rejimiyle birlikte aktif katılım ya da "halkın iradesi" tesis edildi ve Türklük, Osmanlı İmparatorluğu'nda teşvik edilen diğer aidiyet biçimlerinin (imparatorlukta bölünmeye yol açan farklı milletlere bağlılık gibi) yerini aldı. Aidiyetteki bu değişim şu şekilde sembolize edilmiştir:

Türkçe: Ne mutlu Türküm diyene. (Türkçe: Ne mutlu Türküm diyene.)

- Mustafa Kemal Atatürk

"Ne mutlu Türküm diyene" sloganı, "çok yaşa Sultan", "çok yaşa Şeyh" ya da "çok yaşa Halife" gibi sloganlara karşı öne çıkarıldı.

Laiklik

Kemalist ideolojide laiklik (Türkçe: laiklik), devlet işlerine dinin müdahalesini yasaklamayı ve bunun tersini amaçlar. Pasif Anglo-Amerikan laiklik kavramından farklıdır, ancak Fransa'daki laiklik kavramına benzer.

Kemalist laikliğin kökleri Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerindeki reform çabalarına, özellikle de Tanzimat ve ardından gelen İkinci Meşrutiyet dönemlerine dayanır. Osmanlı İmparatorluğu, Osmanlı devlet başkanının Halife makamında olduğu bir İslam devletiydi. Sosyal sistem, dini ideolojinin Osmanlı idari, ekonomik ve siyasi sistemine dahil edilmesine izin veren dini olarak örgütlenmiş Millet sistemi ve Şeriat hukuku da dahil olmak üzere çeşitli sistemlere göre düzenlenmiştir. Bu yaşam biçimi bugün İslamcılık (siyasal İslam) olarak tanımlanmaktadır: "İslam'ın sosyal ve siyasi olduğu kadar kişisel hayata da rehberlik etmesi gerektiği inancı". İkinci Meşrutiyet döneminde Osmanlı Parlamentosu büyük ölçüde seküler politikalar izlemiş olsa da, seçimlerde Osmanlı siyasi partileri arasında dini popülizm teknikleri ve diğer adayların dindarlığına saldırılar yaşanmaya devam etmiştir. Bu politikalar, İslamcılar ve mutlak monarşistler tarafından 1909'daki karşı darbenin nedeni olarak gösterilmiştir. Osmanlı parlamentosunun laik politikaları I. Dünya Savaşı sırasındaki Arap İsyanı'nda da etkili olmuştur.

Laiklik, yeni kurulan Türk devletinde uygulandığında, Mart 1924'te asırlık halifeliğin kaldırılmasıyla başlatıldı. Şeyhülislamlık makamının yerini Diyanet İşleri Başkanlığı (Türkçe: Diyanet) aldı. 1926'da mejelle ve şeriat kanunları, uyarlanmış bir İsviçre Medeni Kanunu ve Alman ve İtalyan kanunlarını model alan bir ceza kanunu lehine terk edildi. Diğer dini uygulamalar ortadan kaldırılmış, bunun sonucunda Sufi tarikatları kapatılmış ve Atatürk tarafından Osmanlı geçmişiyle bir bağ olarak görülen fes giymek cezalandırılmıştır.

Devlet ve din (Laïcité)

Atatürk, Fransa'daki laikliğin zaferinden derinden etkilenmiştir. Atatürk, Fransız modelini laikliğin otantik biçimi olarak algılamıştır. Kemalizm, dini kontrol altına almaya ve onu siyasete, bilimsel ve sosyal ilerlemeye müdahale eden bir kurum olmaktan çıkarıp özel bir mesele haline getirmeye çalışmıştır. Atatürk'ün bir zamanlar ifade ettiği gibi "aklıselim" ve "[kişinin] hemcinslerinin özgürlüğü". Bu, devlet ve din arasında bir ayrım yaratmaktan daha fazlasıdır. Atatürk, Kemalist laikliği yaratırken sanki İsaurialı Leo, Martin Luther, Baron d'Holbach, Ludwig Büchner, Émile Combes ve Jules Ferry'yi bir araya getirmiş gibi çalıştığı söylenir. Kemalist laiklik agnostisizm ya da nihilizm anlamına gelmez ya da bunları savunmaz; düşünce özgürlüğü ve devlet kurumlarının dini düşünce ve dini kurumların egemenliğinden bağımsızlığı anlamına gelir. Kemalist laiklik ilkesi ılımlı ve apolitik dine karşı değil, modernleşme ve demokrasiye karşı olan ve bunlarla mücadele eden dini güçlere karşıdır.

Kemalist anlayışa göre, Türk devleti her dine eşit mesafede durmalı, herhangi bir dini inancı ne desteklemeli ne de kınamalıdır. Ancak Kemalistler sadece kilise ve devletin ayrılmasını değil, aynı zamanda Türk Müslüman dini kurumlarının devlet tarafından kontrol edilmesini de talep etmişlerdir. Bazı Kemalistlere göre bu, devletin dini işlerin başında olması ve tüm dini faaliyetlerin devletin denetimi altında olması gerektiği anlamına gelmektedir. Bu da dindar muhafazakarların eleştirilerine neden oldu. Dindar muhafazakarlar, laik bir devlete sahip olmak için devletin dini kurumların faaliyetlerini kontrol edemeyeceğini söyleyerek bu fikre karşı çıktılar. Protestolarına rağmen bu politika 1961 anayasası tarafından resmen kabul edildi.

Kemalizm toplumdaki dini unsurların kökünü kazımalıdır. Türkiye'nin Batılı güçlerden bağımsızlığını kazanmasından sonra, hem laik hem de dini okullarda tüm eğitim devletin kontrolü altına alındı. Dini okulların cazibesini ortadan kaldıracağı ya da azaltacağı umuduyla, hem dini hem de laik devlet okullarında tek bir müfredatla eğitim sistemini merkezileştirdi. Yasalar, Sufi dini okullarını veya tarikatlarını (tarikatlar) ve bunların tekkelerini (tekkeler) ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Şeyh ve derviş gibi unvanlar kaldırıldı ve faaliyetleri hükümet tarafından yasaklandı. Dinlenme günü hükümet tarafından Cuma'dan Pazar'a alındı. Ancak kişisel tercihler üzerindeki kısıtlamalar hem dini görevlere hem de isimlendirmeye kadar uzandı. Türkler bir soyadı almak zorundaydı ve hacca (Mekke'ye hacca gitmek) gitmelerine izin verilmiyordu.

Siyaset ve din (Laiklik)

Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını savunan Kemalist anlayış, bir dizi kurumun, çıkar gruplarının (siyasi partiler, sendikalar ve lobiler gibi), bu kurumlar arasındaki ilişkilerin ve bu kurumların işleyişini düzenleyen siyasi norm ve kuralların (anayasa, seçim kanunu) reformunu hedeflemiştir. Bu bakış açısındaki en büyük değişiklik, 3 Mart 1924'te Osmanlı halifeliğinin kaldırılması ve ardından siyasi mekanizmalarının ortadan kaldırılmasıdır. "Türkiye'nin dini İslam'dır" maddesi 10 Nisan 1928'de anayasadan çıkarılmıştır.

Siyasi açıdan bakıldığında Kemalizm din karşıtıdır, zira demokratik süreç üzerindeki dini etkiyi önlemeye çalışır ki bu, Osmanlı İmparatorluğu'nun İkinci Meşrutiyet döneminin büyük ölçüde laik siyasetinde bile bir sorundu; İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası gibi dine bağlı olmayan siyasi partiler bile 1912 Osmanlı seçimlerinde adaylarının İslami dindarlığı gibi konularda anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Dolayısıyla, Kemalist siyasi perspektifte, siyasetçiler herhangi bir dinin veya dini mezhebin koruyucusu olduklarını iddia edemezler ve bu tür iddialar siyasi partilerin sürekli olarak yasaklanması için yeterli yasal zemini oluşturur.

Nişanlar

Osmanlı sosyal sistemi dini aidiyete dayanıyordu. Dini nişanlar her sosyal fonksiyona yayılmıştı. Kıyafetler vatandaşları kendi özel dini gruplarıyla özdeşleştirirken, başlıklar rütbe ve mesleği ayırt ediyordu. Sarıklar, fesler, boneler ve başlıklar giyen kişinin cinsiyetini, rütbesini ve mesleğini - hem sivil hem de askeri - belirtirdi. İbadet alanları dışında dini işaretler yasaklandı.

Atatürk kadınların dini örtünmelerini ilerleme ve eşitliğe aykırı bulsa da, başörtüsünün kilise ve devlet ayrılığına yönelik bir tehlike oluşturmadığını ve tamamen yasaklanmasını gerektirmediğini de kabul ediyordu. Ancak 1980 yılında Kemalist eğilimli ordu tarafından gerçekleştirilen darbenin ardından 1982 yılında Anayasa'da yapılan değişiklikle kadınların yüksek öğrenim kurumlarında başörtüsü gibi İslami örtüleri kullanmaları yasaklanmıştır. Avrupa Parlamentosu üyesi ve Türkiye ile Karma Parlamento Komisyonu Başkanı Joost Lagendijk, Müslüman kadınlara yönelik bu kıyafet kısıtlamalarını kamuoyu önünde eleştirirken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi çok sayıda davada kamu binalarında ve eğitim kurumlarında bu tür kısıtlamaların insan hakları ihlali teşkil etmediğine hükmetmiştir.

Devrimcilik

"Devrimcilik" veya "Reformizm" (Türkçe: inkılapçılık), bir ülkenin geleneksel kurum ve kavramları yerine modern kurum ve kavramları koyması çağrısında bulunan bir ilkedir. Bu ilke, modern bir topluma ulaşmak için bir strateji olarak devrim yoluyla köklü bir toplumsal değişimin gerekliliğini savunmuştur. Kemalist anlamda devrimin özü, tamamlanmış bir olguydu. Kemalist anlamda eski sistemlere geri dönme imkânı yoktur çünkü bunlar geri kalmış olarak kabul edilir.

Devrimcilik ilkesi, Atatürk'ün yaşamı boyunca yapılan reformların tanınmasının ötesine geçmiştir. Atatürk'ün sosyal ve siyasi alanda yaptığı reformlar geri dönülmez olarak kabul edilmiştir. Atatürk, devrimin ilerici açılımı veya uygulanması sırasında bir duraklama veya geçiş aşaması olasılığını asla düşünmemiştir. Bu kavramın günümüzdeki anlayışı "aktif modifikasyon" olarak tanımlanabilir. Kemalizm'e göre, Batı Avrupa'dan kurumları devralan Türkiye ve toplumu, bunlara Türk özellikleri ve kalıpları eklemeli ve bunları Türk kültürüne uyarlamalıdır. Bu reformların Türk özelliklerinin ve kalıplarının uygulanması, nesiller boyu süren kültürel ve sosyal deneyim gerektirir ve bu da Türk ulusunun kolektif hafızasıyla sonuçlanır.

Milliyetçilik

Milliyetçilik (Türkçe: milliyetçilik): Kemalist devrim, çok dinli ve çok etnikli Osmanlı İmparatorluğu'nun kalıntılarından bir ulus devlet yaratmayı amaçlamıştır. Atatürk'ün milliyetçiliği toplumsal sözleşme teorilerinden, özellikle de Jean-Jacques Rousseau ve onun Toplumsal Sözleşmesi tarafından savunulan sivil milliyetçi ilkelerden kaynaklanmaktadır. Kemalist toplumsal sözleşme algısı, Osmanlı "millet" sisteminin başarısızlığının ve etkisiz Osmanlıcılığın bir ürünü olarak algılanan Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasıyla kolaylaşmıştır. Atatürk milliyetçiliği, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasını tecrübe ettikten sonra, toplumsal sözleşmeyi "en yüksek ideal" olarak tanımlamıştır.

Türk Milleti'nin idare ve müdafaasında; milli birlik, milli şuur ve milli kültür, gözümüzü diktiğimiz en yüksek ideallerdir.

- Mustafa Kemal Atatürk

Kemalist ideoloji "Türk Ulusu "nu; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş Türk halkından oluşan bir millet olarak tanımlar. Atatürk Türk Milletini şöyle tanımlamaktadır

Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturan halka Türk Milleti denir.

- Mustafa Kemal Atatürk

İttihat ve Terakki'nin öncülleri gibi Kemalizm de sosyal Darwinizmi benimsemiştir.

Kriterler

Ulusal kimlik ya da basitçe Türk (Türkçe: Türk) olmak için Kemalist kriterler, ortak bir dil ve/veya ortak bir tarih olarak tanımlanan ortak değerler ve bir geleceği paylaşma iradesi anlamına gelir. Kemalist ideoloji "Türk halkını" şöyle tanımlar:

Türk Milletinin ahlaki, manevi, kültürel ve insani değerlerini koruyan ve geliştirenler.

Üyelik genellikle devlet sınırları içinde doğum yoluyla ve ayrıca jus sanguinis ilkesiyle kazanılır. Kemalist milliyet kavramı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 66. Maddesine entegre edilmiştir. Her vatandaş, etnik köken, inanç, cinsiyet vb. unsurlara bakılmaksızın Türk olarak kabul edilir. Türk vatandaşlık kanunu, bir kişinin vatandaşlığından ancak vatana ihanet suçu nedeniyle çıkarılabileceğini belirtmektedir.

Kemalistler gayrimüslimleri sadece nominal vatandaşlar olarak görmüş ve Türkiye Cumhuriyeti'nde çoğu zaman ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmüşlerdir. Türkiye'deki Kürtlerin kimliği on yıllar boyunca inkar edilmiş ve Kürtler "Dağ Türkleri" olarak tanımlanmıştır. Kemal 1930 yılında şöyle demiştir:

Bugünkü Türk milletinin siyasi ve içtimai bütünlüğü içinde kendilerini Kürt, Çerkez, Laz, Boşnak zannettirilen vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Ancak geçmiş istibdat dönemlerinin ürünü olan bu hatalı yakıştırmalar, düşmanın maşası haline gelen birkaç beyinsiz gerici dışında, milletin fertlerine üzüntüden başka bir şey getirmemiştir.

2005 yılında Türk Ceza Kanunu'nun 301. maddesi Türklüğe hakareti suç sayıyordu, ancak AB'nin baskısıyla bu madde 2008 yılında Türk etnisitesi yerine "Türk milleti "ni, Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan insanların "hayali" bir ulusluğunu korumak amacıyla değiştirildi.

Pan-Türkizm

Kemalizm, ulus-devletin daha dar çıkarlarına odaklanmış ve "Dış Türkler" kaygısından vazgeçmiştir.

Pan-Türkizm etnosentrik [etnik olarak Türk olan tüm ulusları birleştirmeye yönelik] bir ideoloji iken, Kemalizm çok merkezli [ortak bir irade altında birleşmiş] bir karaktere sahiptir. Kemalizm, ana akım dünya medeniyetleri arasında eşit bir yere sahip olmak ister. Pan-Türkistler sürekli olarak Türk halklarının özel niteliklerini vurgulamış ve tüm Türk halklarını birleştirmek istemişlerdir. Kemalizm ise (saygıya dayalı) eşit bir temel istemekte ve Türkiye halkını diğer tüm Türk halklarıyla birleştirmeyi amaçlamamaktadır. Kemalistlerin çoğu Pan-Türkizm ile ilgilenmemiş ve 1923'ten 1950'ye kadar (tek devlet dönemi) özellikle sert tepki göstermişlerdir.

Ancak Atatürk, Türklüğü Türk ulusunun kimliklerinden biri olarak kabul etme fikrine sahipti. Türk Tarih Tezi, Orta Asya'dan gelen Türk kökenlerine dayanan etnik-ırksal fikirleri içeren Atatürk'ün düzeni ve yönetimi altında başlamıştır. Ayrıca Atatürk dönemi lise kitaplarında Orhun alfabesi eğitimi ve "Büyük Türk Tarihi ve Uygarlığı" başlığı altında bir ünite yer almıştır. Kitapta ayrıca İskitler, Xiongnu, Göktürkler gibi Türk olan ya da "Türk olduğu iddia edilen" imparatorluklar hakkında da ayrıntılı bilgi verilmiştir.

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin destekleriyle Atatürk döneminde "Türk Ocakları" olarak bilinen Pan-Türkist örgüt yeniden kurulmuştur. Atatürk, Türkiye'de meydana gelen önemli olaylardan sonra sık sık Türk Ocakları'nda konuşmalar yapıyordu. Ayrıca Pan-Türkizm propagandası yapan "Türk Yurdu" dergisinin yeniden açılmasını desteklemiştir.

Atatürk, Orta Asyalı bir Türk askeri komutanı olan Timur hakkındaki düşüncelerini de "Timur'un zamanında yaşasaydım onun yaptıklarını yapamazdım ama o benim zamanımda yaşasaydı benden daha büyük işler yapardı" şeklinde ifade etmiştir.

Atatürk'ün Türk Kağanlığı haritasını incelemesi.
Turancılık

Kemalist bakış açısı, başta Hititler olmak üzere Anadolu'nun yaşayan ve tarihi kültür ve halkları ile Türk halklarının kültür ve medeniyeti içinde Türk halkına odaklanmıştır.

Turancılık, ulusu Doğu Asya'daki Altay Dağları'ndan İstanbul Boğazı'na kadar uzanan tüm Turan halklarının (Tunguzlar, Macarlar, Finler, Moğollar, Estonyalılar ve Koreliler) birliği olarak merkeze almıştır. Kemalizm daha dar bir dil tanımına sahipti ve Farsça, Arapça, Yunanca, Latince vb. kelimeleri Türk dilinden çıkarmayı (arındırmayı) ve bunların yerine ya Türk kökenli kelimeler koymayı ya da Türk kökenli yeni kelimeler türetmeyi amaçlıyordu. Enver Paşa gibi Turancı liderler, tüm Turan halkları için ortak, farklılıkları en aza indiren ve aralarındaki benzerlikleri en üst düzeye çıkaran, gelişen bir dil istiyorlardı.

Kemalizm ve Hititler

Kemalizm, Türk kimliğinin ve ulusunun inşasında Hititlere ve Hitit sembolizmine önemli bir yer vermiştir. Ahmet Ağaoğlu (Atatürk'ün danışmanı ve Türkiye'nin 1924 anayasasının oluşturulmasında önemli rol oynamış bir siyasetçi) gibi Kemalist araştırmacılar, ulusun Hititleri Anadolu'da sağlam kökleri olan, dünyaya hükmeden bir Türk ırkı olarak tasvir etmesi gerektiğine inanmışlardır.

Türk örnekleri üzerinde yapılan modern genetik araştırmalar, Anadolu Türklerinin Türk boyları ile Anadolu yerlilerinin bir karışımı olduğunu, ancak Kemalist düşüncelerin aksine bu iki karışımın aynı etnik köken, ırk ya da kimlikten gelmediğini göstermektedir.

Devletçilik

Devletçilik (Türkçe: devletçilik): Atatürk, açıklamalarında ve politikalarında Türkiye'nin tam modernleşmesinin büyük ölçüde ekonomik ve teknolojik gelişmeye bağlı olduğunu açıkça belirtmiştir. Kemalist devletçilik ilkesi genellikle devletin ülkenin genel ekonomik faaliyetlerini düzenleyeceği ve özel teşebbüsün istekli olmadığı alanlara gireceği şeklinde yorumlanır. Bu, devrim sonrası Türkiye'nin toplumsal ve uluslararası kapitalizm arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlama ihtiyacının bir sonucuydu. Osmanlı İmparatorluğu hammaddeye odaklandığı ve uluslararası kapitalist sistemde açık bir pazar olduğu için devrim Türkiye'yi harabeye çevirdi. Devrim sonrası Türkiye, büyük ölçüde çok sayıda toprak ağası ve tüccarı içeren tarım toplumu tarafından tanımlanmıştır. Türk ekonomisinde halkın kontrolü 1923'ten 1930'lara kadar oldukça belirgindir, ancak yine de yabancı ortak yatırım yoluyla bir kamu iktisadi teşebbüsü kurmayı başardılar. Ancak 1930'lardaki buhranın ardından, genellikle "devletçilik" olarak adlandırılan bir dönemde daha içe dönük kalkınma stratejilerine doğru bir kayma yaşanmıştır. Bu dönemde devlet, hem sermaye birikimi ve yatırımlarda hem de özel işletmelerin çıkarlarını göz önünde bulundurmada aktif bir rol oynamıştır. Devlet genellikle özel sektörün yeterince güçlü olmaması ya da basitçe başarısız olması nedeniyle giremediği ekonomik alanlara girmiştir. Bunlar genellikle altyapı projeleri ve elektrik santrallerinin yanı sıra demir ve çelik endüstrileriydi ve kitleler sermaye birikiminin yükünü omuzladı.

Analiz

Kemalizm ve Türkiye'nin siyasi partileri

Kemalizm'in siyasi yelpazedeki yeri günümüzde bile birçok kişi tarafından tartışılır olmasına rağmen, İsmet İnönü tarafından 1960'larda, siyasi paradigmanın yavaş yavaş oturması sonrası "Ortanın Solu" yani merkez-sol olarak tanımlanmıştır. İlk başta, Metin Toker’in aktardığına göre 1960 yılı Ağustos ayından İsmet İnönü ile dönemin CHP Genel Sekreteri İsmail Rüştü Aksal’ın Heybeliada’da yaptığı CHP’nin kimliği ve geleceğine ilişkin istişarede bulunmuştu. Metin Toker, Akis’te kaleme aldığı yazılarında CHP’nin ortanın sola yöneleceğini şu şekilde aktarmıştı: "CHP’nin geniş halk kütlelerinin refahını en ziyade göz önünde tutan, sermayenin belirli ellerde terakümünün aleyhinde bulunan parti olduğunda zerrece tereddüt bahis mevzuu değildi. Şimdi, o istikamet biraz daha belirli şekilde tutulacak, memleket davalarının halli daha sosyalizan bir görüşle mütalea olunacaktı. Bu, eski partinin sosyalistliğe heves ettiği manasını taşımıyordu. Sadece, i’lerin üzerine noktaları konacaktı. CHP ortanın solunda Amerika'daki Demokrat Parti derecesinde yer alacaktı."

İsmet İnönü, 10 Ekim 1965 tarihinde gerçekleşen 1965 genel seçimleri öncesinde 29 Temmuz 1965 tarihinde Abdi İpekçi’yle yaptığı bir söyleşi sırasında CHP’nin çizgisinin "ortanın solu" olduğunu, Metin Toker'in yazdığını kanıtlar nitelikte CHP'nin Devletçilik ilkesini ABD'nin Demokrat Parti'sini sosyal liberal bir çizgiye iten New Deal'ı ile bağdaştırmış ve şöyle ifade etmiştir: "CHP bünyesi itibarı ile devletçi bir partidir ve bu sıfatla elbette ortanın solunda bir anlayıştadır. 1923’teki harap ülkede bir kalkınma çaresiyse, bugün de ekonomik hayatımızın temel bir unsurudur."

13 Ağustos 1966 tarihinde Kim Dergisi’nde yayınlanan demecinde ise İsmet İnönü, "ortanın solu" ile kavramını biraz daha açmıştı: "Çağdaş uygarlığın üstüne çıkmak, ancak devletçilik ile mümkündür. Kalkınmamızı yaparken, ekonomik bakımdan, sosyal bakımdan bugünkü uygarlıkta kullanılan solcu, sağcı deyimlerinin son ölçüsünü verelim istedik. ’40’ yıldır devletçiyiz derken ayni şeyi söylüyoruz. Bunun için 'Ortanın Solundayız!' dedim. Aslında 'Laikiz!' dediğimiz günden beri ortanın solundayız. Halkçı isen ortanın solunda olursun."

İnönü'yle aynı şekilde Nihat Erim de CHP'nin "ortanın solu" söylemini ABD'yle ve ABD Başkanı Roosevelt'in "New Deal" politikasıyla ilişkilendiriyordu. Erim'e göre Roosevelt, Keynesyen tam istihdam politikalarını uygulayan ilk kişiydi. Erim, CHP'nin ortanın solu söyleminden sonra muhafazakarlarca yapılan "komünist" suçlamalarının aynısını Cumhuriyetçilerin de Roosevelt'a yaptığını vurguluyordu.

CHP'nin logosunda tasvir edildiği gibi "Altı Ok"

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 29 Ekim'de Türkiye Cumhuriyeti'nin ilan edilmesinden kısa bir süre önce, 9 Eylül 1923 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi, 1940'lardan 1960'lara kadar partisinin felsefi kökleri olan Kemalizm'i güncelleme ya da tanımlama girişiminde bulunmamıştır. Ancak 1960'lardan itibaren ortanın soluna doğru bir kayış yaşanmıştır. Merkez solun destekçisi, Kemalizm'in çadırını kabul ederken, hükümet tarafından getirilen yapısal değişikliklerin modernleşme için gerekli olduğu fikrini de benimsemiştir. Daha sonra 1970'lerde CHP, ülkenin Kemalizm'i terk etmesi nedeniyle parti platformunda köklü değişiklikler yapmak zorunda kalmıştır. Parti, demokratik sol olarak adlandırılan çeşitli programlar düşünmüştür. Çoğu hala Kemalizm'in altı ilkesine inanırken, diğerleri Türk toplumunda devletçiliğin rolünü azaltmaya çalışmaktadır. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Kemalist politikaları Benito Mussolini'nin İtalyan faşizmine benzetmiştir. Bozkurt aynı zamanda Ahmet Cevat Emre ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile birlikte Kemalizm terimini siyasi yönleriyle tanıtan birkaç kişiden biri olarak anılmaktadır.

Kemalizm ve Türkiye'nin anayasa hukuku

Altı ilke, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan 14 yıl sonra, 5 Şubat 1937 tarihinde somutlaştırılmıştır.

1924 Anayasası'nın 2. maddesinin 1. fıkrasına göre

Türkiye cumhuriyetçi, milliyetçi, halka bağlı, müdahaleci, laik ve devrimcidir.

Hem 1960 askeri darbesini hem de 1980 askeri darbesini Türk Anayasası'nda yapılan köklü değişiklikler izlemiştir. Yeni anayasaların metinleri her iki durumda da halkoylaması ile onaylanmıştır.

1961 Anayasası'nın 1. maddesinin 1. fıkrasında "Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir" ifadesi yer almaktadır. Madde 2, Fıkra 1:

Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, milliyetçi, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

1982 Anayasası'nın 1. maddesinin 1. fıkrasında "Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir" ifadesi yer almaktadır. Madde 2, Fıkra 1:

Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Anayasada yapılan her değişiklikte sadece laiklik, milliyetçilik ve demokrasi ilkeleri korunmuştur. 1961 Anayasası insan hakları, hukukun üstünlüğü ve refah devletini 1924 Anayasası'na göre daha güçlü bir şekilde vurgularken, 1982 Anayasası toplumun huzuru ve milli dayanışmaya odaklanmış, ancak Atatürk'ün bazı ilkelerine de açıkça atıfta bulunmuş ve bunları da içermiştir.

Kemalizm'in dış yorumları

1920'lerde ve 1930'larda Türkiye'nin iç dönüşümleri ve Kemalist ideolojik ve siyasi ilkeler sisteminin evrimi Almanya, Fransa, İngiltere, ABD ve Doğu'daki bazı ülkeler de dahil olmak üzere diğer ülkelerde yakından izlendi. Son yıllarda Kemalizm'in ulus ötesi tarihine yönelik akademik ilgi artmıştır. Bazı akademisyenler, Kemalizm'in pratik bir araç olarak, etkisi bugün hala hissedilen küresel bir hareket olarak nasıl yeniden konumlandırıldığını ortaya çıkarmak için Bulgaristan, Kıbrıs, Arnavutluk, Yugoslavya ve Mısır'daki iki savaş arası döneme odaklanmıştır. Bazı akademisyenler Atatürk'ün reformlarının ve imajının İsrail'in kurulmasından önce İngiliz yönetimindeki Filistin'deki Yahudi toplumu üzerindeki etkisini incelerken, bazıları da Mustafa Kemal ve modernleşme projesinin yarattığı etkiyi değerlendirmek için daha doğuya -İran, Afganistan, Çin, Hindistan ve Müslüman dünyanın diğer bölgelerine- gitmiştir. Bu çalışmalar, Kemalizm'in evrimine ve ideolojik bir proje olarak kabul edilmesine dair çok az eleştirel bakış açısı sunarak, kendi ülkelerinde çoğunlukla olumlu olan Kemalizm algılarını araştırmaktadır. Bu arka plan karşısında, iki savaş arası dönemde Türkiye'nin kritik ortaklarından biri olan Sovyetler Birliği, liderleri, parti bürokratları, gazeteciler ve akademisyenler başlangıçta Kemalizm'i Batı'ya karşı mücadelede ideolojik bir müttefik olarak yorumladılar. 1920'lerin sonlarından 1950'lere kadar Kemalizm, Komünistler tarafından olumsuz bir şekilde değerlendirilmiştir. 1960'lar ve 1970'lerde Sovyet pozisyonu normalleşmeye döndü. Sovyet liderlerin, diplomatların, parti görevlilerinin ve akademisyenlerin görüşleri ve analizleri, bu değişen tutumların altında yatan dinamikleri kavramamıza yardımcı olmaktadır. Bunları cumhuriyet tarihinin geniş bağlamına yerleştirmek -Kemalist gelişim paradigmasındaki aşamaları tanımlamak ve çeşitli yükseliş ve düşüşlerini ayırt etmek- Kemalizm'in ulusötesi tarihi hakkındaki bilgimizi zenginleştirecektir.

Naziler Kemalist Türkiye'yi öykünülmeye değer bir "soykırım sonrası cennet" olarak görüyorlardı. Naziler sık sık Nazizm ve Kemalizm'in birbirine çok benzediğini ifade etmişlerdir. Naziler 1933 yılında Kemalist Türkiye'ye açıkça hayranlık duyuyorlardı. Hitler, Mustafa Kemal'i "karanlığın içindeki yıldız" olarak tanımlamıştır.

Kemalist laikliğin Aydınlanma dönemi düşüncesinde derin kökleri olmasına rağmen, Batı felsefesindeki postmodernist hareket 1960'lar ve 1970'lerden bu yana Aydınlanma'ya olumsuz bir ışık tutmuştur. Jacques Derrida gibi postmodernist düşünürler Batı hegemonyasına ve Avrupa sömürgeciliğiyle bağlantılı emperyalizme saldırmışlardır. Batılı bir değer olarak algılanan laikliğin cazibesinin azalması, Recep Tayyip Erdoğan'ın AKP'sinin benimsediği siyasal İslam gibi kolektif dini kimliklerin popülist cazibesini vurgulayan postmodernist kültürel göreceliliğe yol açmıştır.

Tarihçe

İlkin Türk Kurtuluş Savaşı zamanında İstanbul'daki rejim ve rejimin taraftarları, Mustafa Kemal'in önderlik ettiği hareketi destekleyen herkesi, küçümser bir yaklaşımla, "Kemalistler", "Kemalîler" ve "Kemalciler" olarak adlandırdı. "Kemalîler" adlandırması Celalîlere bir atıftı. Dış basın "Kemalistler" adlandırmasını Ankara merkezli hareketi ve o hareketin silahlı gücünü belirtmek için "milliyetçiler" adlandırması ile eş anlamlı olarak kullandı.

Bir ideolojiye işaret eden Kemalizm ve Kamâlizm kavramları Türkiye'de 1930'larda kullanılmaya başladı. Kemalizm kavramı 1931'de Devletçilik ve İnkılâpçılık ilkelerinin diğer dört ilkeye eklenmesinden sonra ortaya atıldı ve ders kitaplarına girdi. Aynı yıldan itibaren çeşitli yazarlar Kemalizm'i tanımladılar ve halka benimsetmek için yazılar yayımladılar. Kemalizm'in kuramsal çerçevesinin belirlenmesi için Halkevleri'nin yayın organı Ülkü dergisi ve 1932-1934 yılları arasında bir grup yazar tarafından Kadro dergisi yayımlandı. 1934'te Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı, Türkiye'yi yabancı ülkelere tanıtmak için La Turquie Kemaliste ("Kemalist Türkiye") dergisini yayımlamaya başladı. Kamâlizm kavramı 1935'te ortaya atıldı, o yılki kurultayda parti programına konuldu ve Atatürk'ün 1939 kurultayı için 1937'de kaleme aldığı program çalışmasında yer aldı.

Kemalizm günümüzde, bazı kesimler tarafından Türkiye Cumhuriyeti'nin temel doktrini ve ideolojisi olarak kabul edilmektedir. Sıklıkla, Kemalist ideolojinin bir fikir sistemini temsil etmekten çok ülkeyi tümüyle pragmatist bir yöntemle modernleştirmeye çalışan politik bir uygulama olduğu vurgulanır, bunun sebebi de Atatürk'ün, "Paşam, bu partinin doktrini yok!" diyen Yakup Kadri Karaosmanoğlu'na verdiği "Elbette yok çocuğum, eğer doktrine gidersek hareketi dondururuz." cevabıdır. Bununla birlikte, Kemalistlerin yaptığı devrime rehberlik eden belli fikirlerin var olduğu ve bunların esnek bir biçimde de olsa CHP ideologları tarafından sistemleştirildiği söylenir.

Akımlar

Liberal Kemalizm

Liberal Atatürkçülük veya Liberal Kemalizm, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu ideolojisi olan Kemalizm ile özgürlük üzerine kurulu olan liberalizm düşüncesinin birleştirilmiş hâlidir.

Türkiye'de cumhuriyetin henüz ilk dönemlerinde, Kemalist düşünceyi liberal bir açıdan Ahmet Ağaoğlu tarafından yorumlanması sonucu ortaya çıkmıştır. Ağaoğlu kendisini bir yandan "inkılapçı ve Kemalist" olarak tanımlarken, diğer yandan bir "liberal Kemalizm" düşüncesi geliştirmeye çalıştı. Cumhuriyet Halk Fırkası'nın içinde bireysel özgürlüklerin savunucusu olan Ağaoğlu, fırkanın bazı politikalarına eleştiriler de getirdi.

Liberal Atatürkçülüğün ekonomik görüşü, Atatürk'ün altı ilkesinden farklı olarak devletçilik yerine serbest piyasa ekonomisini savunur.

Liberal Atatürkçülük, toplumsal alanda Atatürk'ün milliyetçilik anlayışını savunur. 1924 Anayasası'nın 88. maddesinde ve Atatürk ilkelerinde de belirtilmiş olan ve din, ırk ayrımı gözetmeksizin, millet tanımını siyasal birlikteliğe dayandıran milliyetçilik anlayışıdır.